✔Yapmayın hanımefendiler, yapmayın beyefendiler. Arkasındaki temel nedenleri ortadan kaldırmadan prematüre biçimde ne kur korumalı mevduattan kurtulmak mümkün ne de kurda yukarıya doğru oluşan baskıyı kaldırmak.
Geçen hafta perşembe günü TCMB Para Politikası Kurulu (PPK) kararından sonra gözlenen kur hareketleri için başka bir mecrada şu notu düşmüşüm: “Kısa süre içinde gerçekleşen bu kadar ters ve büyük hareketlerin arkasındaki nedenleri açıklamak çok güç… Ama son tahlilde, kararla birlikte döviz piyasasına (kura) bir müdahale yapılmadıysa, kararın bayağı olumlu karşılandığının altını çizmek mümkün. Kaldı ki, kuru bu denli düşürecek bir döviz müdahalesini yapmak için yeterli rezervi de yok TCMB’nin. Faiz kararı olumlu karşılanmasaydı, müdahale ile kuru düşürseniz bile, birkaç saat sonra muhtemelen eski seviyeye dönerdi.”
Oysa ortaya çıktı ki o hafta TCMB beş milyar dolar dolaylarında döviz satmış. Tamam, ihracat gelirlerinin yüzde 40’ına el konulunca, her durumda TCMB’nin döviz satması gerekiyor; o beş milyar doların bir kısmı döviz müdahalesi değil. Kaldı ki, hiç müdahale olmasaydı da kur, çok olumlu bulunan faiz artışı nedeniyle aşağıya düşecekti. Ama şu sonuç değişmiyor: Döviz piyasasına da müdahale edilmiş; faiz kararının yarattığı olumlu havanın kuru aşağıya itmesi, daha bir görünür olsun istenmiş.
2001 krizinin sonrasını hatırlattı bunlar bana. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden (Mülkiye’den) az ötede yer alan TCMB’ye Başkan Yardımcısı olarak atanmıştım Mayıs 2001’de. Her taraftan rapor yağıyor, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumun vahameti dile getiriliyordu. Kur almış başını göğe doğru yükseliyordu. Bir yandan bankaların içinde bulunduğu çok zor durum bir yandan devasa bir bütçe açığı diğer yandan da basamakları birer ikişer tırmanan enflasyon. Şubatta tam anlamıyla patlayan kriz nedeniyle yitirilen itibar da cabası.
Bugün içinde bulunduğumuz ortam da çok farklı değil. 2018’den bu yana krizlerle boğuşuyoruz. Normal yollardan kaynak girişi durmuş durumda. Bütçe açığı hala devasa boyutlarda. Enflasyon, zaten malum. Bir de şimdi nur topu gibi kur korumalı mevduat belası var. Ek olarak bütçeden verilen büyük gelir garantileri de cabası. Böyle bir ortamda kafalar çok karışabiliyor. Mümkün olduğunca günlük gelişmelerin dışına çıkıp düşünebilmek gerekiyor.
Bu sorun yumağının önemli bir kısmı döviz kurunda yukarıya doğru baskıyı kıramamak ile ilgili. Bunun arkasında da bir yandan dövize olan talebi azaltamamak diğer yanda ise normal yollardan yurtdışından döviz bulamamak var. Dövize olan talebi azaltacak ciddi bir ekonomi programı ve para politikası olmadan döviz kurunu suni olarak baskı altına almanın bir faydası yok; sürdüremezsiniz. Olumlu bulunan faiz kararını aldığınız gün, rezervinizden bir miktar yaktıysanız, hata ettiniz. Ne gerek var? Siz, bir yandan faizin üst sınırı üzerindeki ışığı kaldırtmaya çalışmak bir yandan da -o ışık yeterince kalkmıyorsa- mevduat ve kredi faizlerini eş anlı artıracak bir sistem tasarlamak durumundasınız. Bunları yapmadan, dövize müdahale işe yaramaz, ana eğilim -dövize talep- müdahale ile ortadan kalkmaz çünkü.
2001’deki koşulları çok kısaca özetledim az önce. O zaman bugüne kıyasla önemli bir avantaj vardı. Şu: Ciddi bir ekonomi programı mevcuttu. IMF ile ortak bir programdı o. Dolayısıyla, hem atılacak adımların ayrıntılı bir yol haritası mevcuttu -ki normal yollardan döviz girişi açısından çok önemliydi- hem de o döviz gelene kadar IMF’den ucuza döviz kredisi almak mümkündü. Şimdi ayrıntılı bir program yok; olmayınca da ne yol haritası var ne de döviz akışı ufukta görünüyor.
Kıssadan hisse şu: Yapmayın hanımefendiler, yapmayın beyefendiler. Arkasındaki temel nedenleri ortadan kaldırmadan prematüre biçimde ne kur korumalı mevduattan kurtulmak mümkün ne de kurda yukarıya doğru oluşan baskıyı kaldırmak. Enerjinizi lütfen bu temel nedenlerle mücadeleye harcayın, yel değirmenleriyle savaşa değil.