"Olmak ya da olmamak" , malum William Shakespeare'in ünlü oyunu Hamlet ’in III. Bölümdeki ilk sahnesinde, sözde "Rahibe manastırı sahnesi"nde, Prens Hamlet'in kendi kendine yaptığı konuşmanın açılış cümlesidir.
Bunu bilmek için sanata çok yakın olma şartı yoktur. Tüm dünyada çok kullanıldığından çoğu insan bilir ve kendine göre kullanır…
Eğer izniniz olursa ben de burada kullanmak istedim.
Ama biraz adaptasyon ile…
Şöyle;
To write or not to write, yazmak ya da yazmamak…
Şuna çok inanırım; yaptığınız işi seveceksiniz, hem de çok…
Ve
Yaptığınız iş, bir işe yarayacak, birilerinin (Toplumun) yararına olacak, faydası olacak vs…
İktisatçıyım. Ekonomi ile beraber Ekonometri eğitimi de aldım. Dönemin Türkiye’sindeki en ünlü iktisat fakültesi olan, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunuyum. İktisadı, ekonomiyi gerçekten çok seviyorum ve yıllar boyu yaptığım yöneticiliklerde iktisatçı olmanın gururunu da taşıdım, işe yaradığından hareketle fayda sağladığını da deneyimledim.
Şimdi emekliliğin tadını çıkarmaya çalışıyorum. Hiçbir mevki-makam beklentim yok, siyasetle hiçbir ilgim olmadı ve yok. İktisat konularında yazılar yazıyorum. Reklam almak, rating almak gibi bir beklentim ve amacım da yok. Ünlü olmayı da hedeflemiyorum, kimseye yaranmaya çalışmıyorum, son olarak; maddi bir çıkarım da yok.
Sadece şunu isterdim; yazılarımın doğru ve geçerli olduğunu görenlerin uygulamada bu doğrultuda ülke çıkarlarına uygun işler yapmaları, beğenmeyenlerin de ister eleştiride bulunmalarını, isterlerse bir daha da yazılarımı okumamalarını…
Bu kadar sade, bu kadar basit…
Yazmayı, paylaşmayı, ekonomiyi seviyorum da yazdıklarımın kimseye faydası dokunup dokunmadığını tam olarak bilemiyorum.
İşte o zaman; “Yazmak ya da Yazmamak” sorusu hemen gözlerimin önüne geliyor…
Yazı yazmak, hele iktisat gibi engin bir disiplin içinde yazı yazmak, Dünya Gazetesi (Henüz On-Line’da; www.ekonomim.com) gibi ülkenin ilk ve tek ekonomi gazetesinde yazmak, dikkati ve yazı öncesi çalışmayı gerektiren bir iş. Tabii ki Dünyada Ekonomi isimli köşemde yazmak beni mutlu ediyor, gururlandırıyor da.
Bugün, Haziran’22, 3 Cuma günü ülkemizdeki ekonomi verilerinin bir kısmı, başta enflasyon olmak üzere, açıklandı. Sabah saatlerinden beri, ekonomistlerin birçoğu açıklamaları yorumluyor, bu konudaki hazırlıklarını yazarak paylaşıyor.
Şimdi ben de kendimce aynı şeyi yapacağım. Bazı farklar olacak tabii ve siz de bunun ayrımsallığını derhal hissedeceksiniz. Yine her yazımda olduğu gibi bu yazımda da siyaset yok, inanç dünyasını ilgilendiren hiçbir söz yok. Kişilerle değil, projelerle ilgileniyorum sadece… Eleştirilerim asla kişisel değil… Aşağıda yer alan hususların tamamının kaynaklarını veriyorum.
Başlayalım…
Yanılmıyorsam 14 ay boyunca sürekli bir artış grafiği çizen enflasyon oranı ve artışı konularında, ilk defa ekonomi tarihimizde birbirinden çok farlı enflasyon oranlarının ifade edilmesi esasen son derece enteresan geliyor, sadece bana değil herhalde herkese…
Önceleri TÜİK verileri ile ENAG verileri arasında büyük farklar vardı, şimdi TÜİK ile İTO arasında da, tabii ki ENAG’la da farklar var. Aslında bütün bunların ötesinde, belki de en gerçekçi olanı; halkın hissettiği, yaşadığı enflasyonun da önemli bir farkla ortaya konması.
TÜİK, ülkenin resmi istatistik kurumu, adında da bu tanım bariz şekilde yer alıyor. Devlet kurumu. Diğer taraftan ENAG, bağımsız iktisatçılar tarafından kurulmuş, değerli ekonomist Prof. Dr. Veysel ULUSOY ’un önderliğinde çalışan akademisyenlerden oluşmuş bir grup. İTO, malûm İstanbul Ticaret Odası; ülkenin bir numaralı ticaret merkezi olan en büyük metropolünün ticaret odası…
Bu kurumların arasında veri sayılarında elbette farklılıklar olabilir. Bu farklar hem küçük değerlerde olmalıdır, hem de bu farklılık süreklilik arz etmemelidir. Bizde öyle olmuyor.
1- TÜİK Devlet Kurumu, ne olursa olsun siyaset baskısı altında olabilir…
2- ENAG – TÜİK araştırma yöntemleri, kullanılan kaynaklar çok farklı olabilir…
3- İTO, son zamanlarda TÜİK ile ENAG veri aralığında yer almaktadır.
Çözüm önerim, hattâ birçok iktisatçının da çözüm önerisi; TÜİK’in aynı TCMB gibi bağımsız bir kurum haline dönüştürülerek, hiçbir dış müdahale olmadan çalışabilir. Doğrudan TBMM’ne hesap vererek bu bağımsızlığını da pekiştirebilir. Değerli Dr. Mahfi EĞİLMEZ’in de önerdiği, Sayın TCMB Eski Başkanı Dr. Rüşdü SARACOĞLU’nun da %100 katıldığını belirttiği bir öneri.
İTO : % 87,35
TÜİK : % 73,50
FARK : % 13,85
Aynı ülkede, aynı ekonomide açıklanan enflasyon farkları…
İktisat konusundaki bilgi ve deneyimlerine, etik yaklaşımlarına her zaman çok güvendiğim, örnek aldıklarımdan Sayın Dr. Mahfi EĞİLMEZ bu konuda aşağıda bir özet vermiş. İleride Dr. EĞİLMEZ’in diğer görüş ve paylaşımlarını da sunacağım.
Mayıs ayı enflasyonu İTO’ya göre (İstanbul Ücretliler Geçim İndeksi %5,84 (Yıllık % 87,4), ENAGruba göre %5,46 (Yıllık % 160,8), TÜİK’e göre %2,98 (Yıllık %73,5). Bugün yapılan on-Line bir ankete göre bu verilere 23,168 kişi katılmış, oy vermiş. Bunun %10,7 si İTO verilerine, %4,3’ü TÜİK verilerine, %85’i de ENAG verilerini doğru bulduğunu işaretlemiş.
Sosyal medya hesaplarında ve Bloomberg HT TV’de takip etmekte olduğum Dr. Barış ESEN, aşağıdaki çarpıcı görseli vermiş;
Konu; sadece veri açıklayan resmi / özel kurumların sayısal değerleri arasındaki farklılıkta değil. Evet, güven çok önemli. Ama sadece bu kadar değil…
Bugüne kadar yazdığım gibi enflasyonun sade vatandaşı en fazla ilgilendiren iki önemli göstergesinin arasındaki mücadeleden (!) başlayalım. TÜFE ile Yİ-ÜFE arasında bir makas var ve bu makas giderek açılıyor.
TÜFE ile Yİ-ÜFE arasındaki farklılıkların başlıca nedenleri, önemi ve “Bunun sonu ne olur?” sorusunun yanıtı…
Konuya girmeden önce Dr. Barış ESEN’den aldığım grafiği paylaşmakta yarar var.
Görüldüğü gibi TÜFE ile Yİ-ÜFE arasında %58,7lik bir fark var ve bu fark 2020 yılının sonu itibariyle giderek açılmakta…
Tekrar olacak ama yine yakında yazdığım yazılarımda da yer vermiştim.
1- Üretim ile tüketim verilerinin eşleşmesi tabii ki bir süre alır, ancak bu uzun bir süre değildir.
2- Yİ-ÜFE > TÜFE maliyet esaslı enflasyonun göstergelerinden biridir.
3- Tabii olarak üreticiler maliyetlerden kaynaklanan enflasyon payını, bir şekilde tüketicilere yansıtacaklardır. Üreticilerin zararına satışla üretim yapmaları rasyonel değildir.
4- Eşleşmede aradan geçen süre (Bir anlamda makasın açılmasını izlediğimiz süre) bu derece uzun olmamalı ama olma nedenleri;
4.1 Üretimin derhal sona erdirilmesi, başkaca bir iştigal konusuna dönülmesi o kadar kolay değildir, dolayısıyla hızlı olamaz.
4.2 Makasın açılmasına karşın alınacak önlemlerin beklenmesi de bir süre gerektirebilir, ancak o süre de bu kadar uzun olamaz.
Makas oluşumunun başlıca nedenleri ve buna bağlı olarak önemi özetle böyle…
“Bunun sonu ne olur?” sorusu ise, biraz zor bir soru. Maliyete endeksli fiyatların artması bir şekilde üretimin talep azalması nedeniyle düşmesine, bunun da arz-talep dengesinde satış fiyatlarının artmasına ve enflasyonun da yükselmesine neden olacaktır. Devamı Hyperinflation, Stagnation, Stagflation… şeklinde gelir. Özetle erken, hiç olmazsa zamanında müdahalenin önemi bir kere daha karşımıza çıkıyor.
Bu gibi bir durumda herkesin ilk aklına gelen önlem faizler konusu oluyor. Doğru, ama tek önlem değil, zamanlamada gecikme önlemi işlevsizleştirir vb riskler de söz konusu… Bloomberg yayını ve hazırlayan Dr. Barış ESEN grafiği ile devam edelim, Bu arada Bloomberg ve Barış Beye teşekkürlerimle…
Kullanılan verilerin TCMB ve TÜİK kaynaklı olduğu da gayet net grafik üzerinde yer alıyor.
“Bu durumdaki eşdeğer, ya da eşdeğere yakın ekonomi ülkemizde en son ne zaman görüldü?” sorusu önemli bir soru. Bu soruya yanıt, TCMB eski Baş Ekonomisti Prof. Dr. Hakan KARA’ dan geldi. 99 yıllık Cumhuriyet tarihinde enflasyonun şimdikinden daha hızlı arttığı tek bir dönem var: 2. Dünya Savaşı…
Aşağıdaki grafikte bugünkü enflasyonla sadece 2. Dünya Savaşı değil, 1980 darbesi ve 1994 ekonomik krizi de karşılaştırılmış. Veri kaynakları grafik üzerinde yazılıdır. Görüşleri ve hazırlamış olduğu grafik için Değerli Prof. Dr. Hakan KARA’ ya teşekkürlerimle…
78 yıl öncesinden (1945) başlayarak, 42 yıl öncesinin (1980) verileriyle tazelenen ve son büyük ekonomi krizinin (1994) yer aldığı karşılaştırmayı bir de başka bir açıdan ortaya koyalım. Daha doğrusu Bloomberg HT (Dr. Barış ESEN) bunu şöyle yapmış.
Bildiğim kadarıyla Türkiye G-20 üyeliğinden henüz düşmedi, başkaca kriterler var, ama ekonomi büyüklüğünde 21.ci sıraya geriledi. Bunun nedenleri arasında yer alan bir gerekçe de yukarıdaki grafikte gayet net olarak görülüyor.
Şimdi biraz daha sayısal veri yoğunluklu görüşleri aşağıda olduğu gibi toparlayayım.
Mesele Ekonomi kimliğiyle yapılan bir sosyal medya içeriğinde; “
“TÜİK’in açıkladığı enflasyon herkesi şaşırttı. Enflasyon %2,98 ise Mayıs ayında bu zamlar ne?” sorusu soruluyor. @MeseleEkonomi
Grafik ve yararlanılan veriler kaynağı grafik üzerindedir.
Gün içindeki çalışmalarımda karşılaştığım ekonomi bakımından çok çarpıcı bir grafik de Dr. Murat KUBİLAY tarafından yapılmış. Herkese Ekonomi anlayışında son derece doğru ve faydalı bir çalışma; aşağıda…
Hiçbir açıklamayı gerektirmeyecek kadar net bir durum saptaması… Dr. Murat KUBİLAY’a teşekkürler.
Yazımın, daha doğrusu çalışmamın sonuna doğru yaklaşırken kendisinin yazılarını sürekli takip ettiğim, TC Ziraat Bankası GM eski Yardımcılarından Prof. Dr. Şenol BABUŞÇU’nun bugünkü çalışmalarının bir kısmını sizlere sunmak istiyorum.
Bunlar;
ÜFE Aylık ve Yıllık Gelişimi
TÜFE Aylık ve Yıllık Gelişimi
Tabii Prof. Dr. Şenol BABUŞÇU’ya teşekkürlerimle…
Gerçekten bu satıra kadar okuma sabrını ve konuya olan ilginizi gösterdiğiniz için sizi tebrik ederim.
Yok, hayır; teşekkür ederim.
Bugün yayınlanan verilerin değerlendirilmesi ve bir sonraki ay açıklanacak Haziran ayı verileri ile karşılaştırmayı kolaylıkla yapabilmeniz için, takip ettiğim iktisatçıların ve kaynakların verilerini toplu bir şekilde, biraz komprime bir şekilde sundum.
İlgilisine kolaylık…
Meraklısına yarar.
Meselâ ben güncellemesini muntazaman yaptığı veri tablosunu Dr. Mahfi EĞİLMEZ’in sürekli izler ve mutlaka yararlanırım. Bu arada Dr. Mahfi EĞİLMEZ’e de teşekkürlerimle…
Görüldüğü gibi uzun bir yazı ve ayrıntılı bir çalışma ve derleme…
Emin olun; hazırlaması dikkat ve zaman istiyor.
Ben yine de memnunum.
Faydalı olur mu?
Evet, kullanmak isteyene faydası olur…
Ama esas bu çalışmaları takip etmesi gerekenler, bırakalım benim yazılarımı, diğer iktisatçıların; hocalarımın, meslektaşlarımın, arkadaşlarımın çalışmalarını takip edip, uygulamaya alıyorlar mı?
Bence esas olan bu…
Eğer yanıt olumlu değilse; işte o zaman…
Yazmak, ya da yazmamak…
Reaksiyonları da değerlendirerek kendi adıma belki yazılarımın frekansını biraz seyrekleştirmek de aklımdan geçiyor. 29 Mart’tan bugüne sadece ekonomim.com’da 22 yazı yazmışım. Bazen boşu boşuna kendimi yoruyormuşum, zamanımı belki daha başka konulara ayırsam daha fazla mutlu olurmuşum gibi geliyor.