Yatırımlar sadece döviz sağlamakla kalabilir

İlter TURAN SİYASET PENCERESİ

 Bir süredir komşuları ve müttefikleri ile bozulan ilişkileri düzeltmeye dönük olarak Türk dış politikasında yaşanan değişikliklerin sebeplerini değerli okuyucularımız, aralarında bu sütunun da yer aldığı muhtelif kaynakları inceledikleri için, yakinen biliyorlar. Şüphesiz dış politikanın gözden geçirilmesini zorlayan en güçlü saiklerden biri Türk ekonomisinin sürüklendiği zor durumdur. Türkiye bozulan ilişkileri tekrar canlandırarak ülkeye yabancı sermaye akışını hızlandırmayı ve böylece döviz ihtiyacını karşılamayı ümit etmektedir.

Türkiye’nin yaşadığı güçlüklerin altında muhtelif faktörlerin bileşiminin sonucu olan bir durum yatmaktadır. İlkin, hükümet uzun süreler dışa borçlanmayı sürdürmüştür. Alınan borçların büyük bir bölümü gelir yaratmak bir yana, yeni borçların alınmasını gerektirmiştir. Bu tuhaf durum, gerçekçi olmayan getirilerin varsayıldığı çok pahalı yap-işlet-devret yatırımlarından kaynaklanmıştır. Euro veya dolar olarak hesaplanan getiriler gerçekleşmeyince, beklenenle gerçekleşen getiriler arasındaki farkı devletin ödemesi gerekmiş, böylece bir yandan bütçe, diğer yandan ödemeler dengesi açığı büyümüştür. Ancak döviz sıkıntısını yoğunlaştıran bir faktör daha söz konusudur. Birçok nedenle, hükümet değerini kaybetme baskısı yaşayan Türk lirasını korumaya yönelmiştir. Lira ne zaman değer kaybetmeye başlasa, Merkez Bankası piyasaya dolar ve euro sürerek düşüşü durdurmaya çalışmıştır. Sonuç ise gerçekten sıkıntı doğurmuş; Türk lirasında değer kaybı geçici olarak yavaşlatılabilse bile, çok değerli döviz rezervleri hızla erimiştir.

Üçüncü olarak, daha ziyade kendisi iktisadi olmayan ama iktisadi hayatı yakından etkileyen faktörler dolayısıyla Türkiye yabancı yatırımların doğrudan gitmek istediği bir ülke olmaktan uzaklaşmıştır. Kısaca ifade edilecek olursa, işleyen bir serbest piyasa ekonomisinde olması gerektiğinden farklı olarak, Türkiye’de yargının hükümetten bağımsız karar aldığına dair güven duygusu giderek zayıflamıştır. Yatırımcılar hukuk sisteminde yer alan kurallara uyarak işlerini yürütmek yanında, siyasi baskılara da maruz kalacaklarından endişe duymuşlardır. Bazı durumlarda, Manisa’da Volkswagen’in yapmayı tasarladığı yatırımda olduğu gibi, Alman sendikalar Türkiye’nin bir demokrasi olmadığını, işçilerin demokratik haklarından yararlanamadıklarını ileri sürerek yatırımın ülkemize gelmesini dahi engellemişlerdir.

Dördüncü olarak, Türk hükümetinin Müslüman Kardeşler ve ona bağlı kuruluşlara verdiği destek dolayısıyla bazı Ortadoğu piyasaları Türkiye’nin mal ve hizmet ihracına kapanmıştır. Özellikle Körfez ülkeleri, resmen ilan etmeseler dahi, yıllardır bölgede büyük taahhüt işleri yürüten Türk inşaat firmalarına boykot uygulamışlardır. Türk tarım ve sanayi ürünleri de benzer uygulamalarla karşılaşmıştır. Bu tür engeller Türkiye’nin dış alem gelirlerini düşürmüştür.

Beşinci olarak, Türkiye Suriye ve Kuzey Irak’ta maliyeti oldukça yüksek askeri müdahalelerde bulunmuştur. Türkiye’nin müdahaleleri ülkenin toprak bütünlüğüne kast eden PKK’ye karşı olması bakımından anlaşılabilir bir olgudur. Ancak Suriye’de Beşar Esad’ı iktidardan uzaklaştırmak için yapılan girişimler sadece gereksiz olmakla kalmamış, ülkemizi Suriye’nin de toprak bütünlüğüne kast eden PKK ve yandaş kuruluşlarla mücadele etmesinin sağlayacağı faydadan mahrum bırakmıştır.

Sözünü ettiğimiz faktörler ve diğerleri, Türkiye’yi dış politikasını gözden geçirmeye ve değiştirmeye sevk etmiştir. Dostluk gösterileri, uluslararası toplantılara sıcak karşılaşmalar nihayet Türk Cumhurbaşkanının geçen hafta bölge ülkelerinden Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ı ziyaretini teşvik etmiştir. Türk basınında yer alan haberlere bakılacak olursa, her iki taraf da iktisadi ilişkileri geliştirmekte kararlıdır. Özellikle önem arz eden bir husus, ziyaret edilen ülkelerin Türkiye’de kapsamlı yatırımlar yapmayı tasarladıklarını beyan etmeleridir.

Yoğun döviz sıkıntısı yaşandığı için, ülkemize yabancı yatırımların geleceğine ilişkin beyanların yetkililerin kulağında hoş bir müzik etkisi yaptığından eminim. Ancak yine de bir ihtiyat kaydı düşmek gerekiyor. Halihazırda Körfez ülkeleri dış alem gelirlerini büyük ölçüde petrolden sağlıyorlar. Her ülkede, yönetiminde bir takım İngiliz ve Amerikalı uzmanların yer aldığı varlık fonları, maddi imkanlarını yüksek getiri sağlayan alanlara yatırıyorlar. Türkiye’de fabrikalara yatırım yaparak dünya piyasası için üretim yapan ve böylece hem üretimi arttıran hem de ekonomiyi dünya ticaretiyle bütünleştiren Mercedes-Benz gibi bir Batı örneğinden farklı olarak, Körfez ülkeleri karlı bazı işletmeleri satın almaktan öteye gidemezler. Şu sıralarda döviz bulmak içi kıvranan Türk hükümeti, doğal olarak bu fonları cari ihtiyaçları karşılamak için kullanabilecektir. Ben, sadece Türkiye’de zaten faal olan işletmelerin mülkiyetinin devri şeklinde tanımlanabilecek “yatırımların” ülkemizin üretkenliğini arttırmaya ne gibi katkısı olacağını merak etmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ancak cari ihtiyaçları karşılayacak döviz bulmak için her türlü imkanı seferber etmeye hazır hükümet için “Körfez yatırımlarının” ferahlık getireceği muhakkaktır.

Tüm yazılarını göster