Yatırıma para yok, faize çok!

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

✔ "Türkiye 'vergi devleti' olamamanın doğal sonucunu yaşıyor. Devlet, 'Bizden vergi alma borç al' diyenlerin isteğini yerine getiriyor."

✔ "Harcamaların onda birinden fazlası faize gidiyor. Faiz geliri elde edenlere, yani zaten parası olanlara bütçeden biraz daha fazla transfer yapılıyor."

Mülkiyeli bir hocam öğrencilerine “Devlet, bütçede sosyal güvenliğe mi, yoksa yatırımlara mı öncelik vermeli” diye bir soru yöneltiyor. Yanıt tahmin edildiği gibi oluyor. Çoğu öğrenci yatırımlara diyor. Hocamın ifadesiyle birkaç öğrenci sosyal güvenliği de ihmal etmemek gerekir diye not düşüyor. Hocam, bana gönderdiği e-postada “Sonuna kadar haklılar. O yaşta olsam ve okulu bitirdiğimde yaşayacağım iş kaygısını şimdiden hissetsem, emeklilerin durumu benim de dikkatimi çekmezdi” diyor.

Hocam, öğrencilerin verdiği bu yanıt üzerine bütçede yatırım ile faiz harcamalarının durumuna detaylı olarak bir kez daha bakma gereği duyduğunu belirterek “Sosyal güvenliğe yapılan transferlere bu kadar tepki gösterenler ya da mesafeli duranlar, faiz harcamalarına ne derler acaba diye düşündüm” diyor.

Vergi devletinden borç devletine...

Uzun yıllar bürokrat olarak da görev yapmış olan hocam gönderdiği postada Bretton Woods sisteminin yıkıldığı 1970’ler sonrası “vergi devleti”nin yerini “borç devleti”nin aldığına dikkat çekerek şunları söylüyor:

“Vergi devleti; yurttaşları, yurttaşlık hakkını, seçmeni, seçimleri, sosyal hakları esas alır.

Oysa borç devleti; uluslararası yatırımcıları, onların taleplerini, alacaklıları, ihaleleri, faiz oranlarını ve anapara ve faiz olmak üzere toplam borç servisini önemser.”

“Borcu olmayan kimse kalmadı”

Mülkiyeli hocam tüm dünyada borçların özellikle 2009 yılındaki küresel krizden sonra tırmanıp gittiğine dikkat çekiyor:

“Uluslararası Finans Enstitüsü verilerine göre bu yılın mart ayı sonu itibarıyla dünyada borçların toplamı 289 trilyon dolar oldu. Bu tutarın 86 trilyon doları yükselen ekonomilerin borcu. Geçen yıl 75 trilyon dolar olan bu tutarın artışında şirketlerin borçlarındaki artışın etkisi dikkati çekiyor.

Demem o ki, borçlu olmayan kimse kalmadı. İnsanlar, şirketler, devletler herkes borçlu...

İyi de alacaklı kim? Cevabı biliyorsunuz; parası olanlar. Gittikçe daha da finansallaşan ekonomilerde borçlular aldıkları borcun karşılığında borç verenlere faiz ödüyor ve böylece parası olanlar giderek daha fazla zengin oluyor.”

KAMU NİYE ÇOK BORÇLANIR?

Aslında çok anlamsız bir soru gibi geliyor değil mi... Yanıt da çok basit.

İster kişi, ister şirket, ister devlet; gelir harcamadan daha azsa borçlanmak kaçınılmaz olur.

Burada söz konusu olan devlet. Şu durumda devlet, hangi harcamaları çok olduğu için borçlanmak zorunda kalır ya da gelir-gider dengesi niye kurulamaz?

Hocamın yazdıklarına göz atmaya devam edelim:

“Ağır borçlulardan birisi olan kamunun bu borç yükü altına girmesinin nedeni, harcamalarına yetecek kadar vergi toplayamamasıdır. Oysa istihdam yaratan yatırımlara, sosyal transferlere ve emeklilere, tarımsal desteklemeye ve benzeri alanlara harcama yapılması gerekiyor. Yanı sıra savunma, adalet, sağlık, eğitim gibi harcamalar da yapılmak zorunda. O zaman yeteri kadar vergi toplanamıyorsa, yani gelir yaratılamıyorsa borç alınıyor.”

“Borç, faizi; faiz, borcu tetikliyor”

Bütçeden en çok yararlanması gereken toplum kesiminin dar ve sabit gelirliler olması gerektiğine dikkat çeken hocam, “Sosyal bir devlette bütçeler, gelir dağılımını eşitlemeye yönelik öncelikler taşımalıdır. Vergi ve harcamalar buna göre ayarlanmak zorundadır” dedikten sonra şöyle devam ediyor:

“Ne var ki yeteri kadar vergi toplayamayan, yani gelir elde edemeyen devlet borçlanmaya gitmek zorunda kalıyor. Bir süre sonra bu borcun faizi yeniden borçlanmayı gerekli kılıyor. Oysa faiz harcamalarının artması, diğer harcamalara yeteri kadar kaynak ayrılamaması demek. COVID-19 ile mücadele sürecinde esnafa ve ihtiyacı olan diğer kesimlere para veremeyen devletin, faiz ödemelerini aksatmaması ‘borç devleti’ olmanın gereğidir.”

Bir ara faiz harcamalarının toplam harcamalara oranının yüzde 40’larda seyrettiğini, daha sonra bu oranın 2017 yılında yüzde 8’lere kadar düşürüldüğünü belirten bürokrat kökenli hocam, faizin payının bir dönem yatırım harcamalarından daha düşük olduğuna dikkat çekiyor ama “Yatırımların çoğunun inşaat olduğunu unutmadan bu orana sevinmek ne kadar doğrudur, o da ayrı bir tartışma konusu” diyor. Bu durumun uzun sürmediğini belirten hocam gönderdiği e-postayı şöyle tamamlıyor:

Vergi devleti olamamanın sonucu

“Ekonominin dış şok yediği 2018 sonrasında faiz harcamaları yine artmaya başladı. Harcamaların onda birinden fazlası faize gidiyor. Faiz geliri elde edenlere, yani zaten parası olanlara bütçeden biraz daha fazla transfer yapılıyor. Bir anlamda, dar ve sabit gelirliden kısılıyor, ihtiyacından fazla parası olana ödeniyor. Gelir dağılımı düzelmiyor, biraz daha bozuluyor.

‘Vergi devleti’ olamamanın doğal sonucu yaşanıyor. Devlete, ‘Bizden vergi alma sana borç verelim’ diyenlerin isteği yerine getiriliyor. Oysa devlet ‘Ben herkesten adil vergi alayım, artan tasarruflarınızı da istihdam yaratan alanlara yatırın. Ben de sizi teşvik edeyim’ demeli.

Olmaz mı; yapmayın, umut fakirin ekmeğidir!”

Tüm yazılarını göster