“Yaratıcı yıkım”sız bir kapitalizm

Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Yaratıcı yıkım (creative destruction) zaman içinde kendini yenileyemeyen, ürün gamı günümüz beklentileriyle uyuşmayan, pazardaki gelişmeleri adapte edemeyen, teknolojik olarak geri kalmış ve sonuç olarak da kronik olarak düşük kârlılık gösteren veya zarar eden şirketlerin tasfiye edilmesi (bir anlamda çürük yumurtaların ayıklanması) sonucunda kapitalizmin yeniden dinamizmini elde etmesini ifade eden bir kavram. Bu şekilde kapitalizm bir anlamda kendini yenileyerek döngüsel krizlerini aşabilmekte. (Her ne kadar bu kavram ilk olarak Joseph Schumpeter tarafından ortaya atılsa da, bundan çok daha önce Karl Marx tarafından da gözlemlenmiştir. Marx azalan kârlılık oranı (falling rate of profit) kuralı bağlamında, iflasları ve sermaye yıkımını ekonomide kârlılığı yeniden tesis eden bir olgu olarak görmüştür.

Ancak, nasıl ki, her ekonomide iş kurma kolaylığı farklıysa iş tasfiye etme kolaylığı da farklı olabiliyor. (ör: Bir şirket kurmak bazı ülkelerde sadece saatler sürerken, bazılarında aylar sürebilmekte. Benzer bir şekilde iflas ve tasfiyeler kısa veya uzun sürede olabilmekte.) Nitekim, Dünya Bankası'nın İş Yapma Kolaylığı Endeksi'nin bileşenlerinden biri de “ease of insolvency” (iflas etme kolaylığı) endeksidir. Maalesef, Türkiye'nin bu endeksteki yeri çok kötü. Dünyada 120. sıradayız. Ancak şunu da vurgulamakta fayda var: Dünya Bankası bu endeksi hesaplarken tasfiyenin maliyeti, süresi ve sonucuna (batan firmanın borçlarının ne kadarının geri ödendiği) bakıyor. Maliyetin yüksek, sürenin uzun ve geri ödeme oranının düşük olması ekonomide yaratıcı yıkıcılık oranının düşük olduğu anlamına gelmeyebilir. (Ama ikisi arasında yakın bir korelasyon olması da şaşırtıcı olmaz.)

Öte yandan bir ekonomide zombi (batması gerekip de bat(ırıl)mayan) şirketlerin varlığı sadece iflas hukuku ile ilgili bir durum da değil. Yanlış devlet teşvikleri, bankaların batık şirketleri yüzdürme tercihleri, denetim standartlarının zayıflığı, kategorik olarak bazı sektörlere (ör: KOBİ'ler) sübvansiyonlu krediler ve devlet garantileri ile destek verilmesi gibi ögeler de zombileri ayakta tutan etmenler.

Gelişmiş ekonomilerde artık kronik bir problem haline gelen düşük verimlilik artışının önemli nedenlerinden biri olarak da “zombi” şirketlerin varlığı görülmekte. (Zombinin “resmi” tanımı en az 10 yıldır var olup da son 3 yıldır “faiz karşılama oranı” (kâr/faiz gideri) 1'in altında olan şirketler). 2008 krizi sonrasında alınan tedbirler ağırlıklı olarak finansal firmalara yönelik olsa da, dolaylı olarak zombi firmaların yaşamasına da destek oldu. Bankaların bilançolarındaki zayıf varlıkların satın alınması ve anormal şekilde düşük faizlerin anormal uzun bir zamandır sürdürülmesi, borçluluğu yüksek firmaları rahatlatırken, bol paranın cazibesiyle fizibilitesi çok sağlam olmayan şirket devir ve satın alımlarının artması zaten şişkin ve verimsiz olan bilançoların daha da şişmesine yol açtı. Bu şekilde neredeyse 10 yıldan beri büyük iflaslar da duymaz olduk.

Pandemi ile ilgili alınan mali tedbirler ise bu zombi şirketlerin varlığı problemini bir başka boyuta taşımış gözüküyor. 2009'dan farklı olarak, bu sefer doğrudan şirket yardımları söz konusu. Örneğin Fed aktif olarak sadece hazine bonoları değil, şirket finansman bonoları da satın almakta. Böylece dolaylı olarak verimli-verimsiz ayrımı yapmadan tüm firmalara likidite sağlamış oluyor. Türkiye'de de kaç zamandır bir zombi şirketleri yüzdürme çabası var. Belki bu 2009 küresel resesyonu ile başlamadı ama, 2013 sonrasında Türkiye'ye gelen küresel para akımlarının azalması ve TL'de görülen daimi değer kaybı sonrasında şirketlerin zorlaşan finansman yapıları altında özellikle kamu bankaları vasıtasıyla kredi verme şartları mümkün olduğunca genişletildi. Son dönemde, “eksi” reel faizler de firmalara destek oluyor.

Nihayetinde, şu ya da bu şekilde ortalıkta pek çok “zombi” firma var olmaya devam ediyor. Bu durumun uzun vadede küresel kapitalizmi nasıl etkileyeceğini bilemesek de düşük verimlilik - düşük büyüme ortamının sürme ihtimalinin yüksek olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok.

Tüm yazılarını göster