Yapışkan enflasyona direnç tükeniyor

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Enflasyonun toplum üzerindeki birikimli yükü öyle dayanılmaz ölçülere vardı ki, siyasal ve sosyal gündemimizin maalesef hiç azalmayan karmaşası bile artık herkesin daha az umurunda. Gerçi TÜİK ‘e göre gelir dağılımında eşitsizlik artarak sürerken yoksulluk oranının düştüğü gibi şaşırtıcı bir durum var ama, bunun yöntem nedeniyle düşen kişi başı gelire endeksli göreli bir ölçüm olduğunu, gerçeği tam olarak yansıtmadığını biliyoruz. Bu aydan itibaren baz etkisi devreye gireceği için enflasyonda aşağı yönlü bir eğilim görülecek; ancak bunun yıl sonuna başlangıçta %36 olarak öngörülen, geçenlerde de %38 olarak güncellenen hedefi gerçekleştirecek şekilde devam etmesi, aylık enflasyonun Mayıs’ta %3, Eylül’de %2, Ekim’de %1.5 gibi sürekli bir azalış göstermesini gerektiriyor. Yaz aylarında döviz talebinde bir gevşeme olması muhtemel ise de, kısmen son aylarda zayıf rezervleri güçlendirmek için MB’nın yaptığı döviz alımlarının da etkisiyle bunun kurlarda bir düşüşe değil olsa olsa yükselişin durmasına yol açacağı, ancak Eylül’den itibaren dış kaynak girişi sağlanamaması ve bütçe açığının azaltılamaması halinde döviz fiyatının yönünü yeniden yukarıya çevirmesinin kaçınılmaz olacağı kanısındayız. Yıl sonu itibariyle %40’ın altında bir enflasyonun gerçekleşmesi mümkün görünmediği gibi bunun oldukça üstünde bir oranın da ihtimal dışı olmadığını söyleyebiliriz.

Küçülmeyen cari açık, devam eden bütçe açığı 

Kamu yönetiminin bir numaralı önceliğinin dövizde göreli istikrar olmaya devam edeceği belli. Geçtiğimiz ay döviz cinsinden kredi hacminin 6 milyar dolar artması da özel kesimde dövizde göreli istikrara inancın arttığını gösteriyor. Ancak şimdilik ortodoks programın tek unsuru gibi görünen faiz arttırmanın sonuna gelinmesi, dış kaynak girişi için güven sağlayacak başka mekanizmalara ihtiyacı ortaya çıkarıyor. Kamu harcamalarında ciddi bir sıkılaşma belirtisi olmadığı, açıklanan tasarruf tedbirlerinin çok marjinal ve dar gelirli memurlar ile sınırlı kaldığı, öte yandan yapısal nitelikli bir önlemin de açıklanmamış olduğu dikkate alınırsa bu bakımdan ciddi soru işaretleri var. Kaldı ki faizde daha fazla artış ta TL’nın aşırı değerlenmesine ve cari açığı arttırarak devalüasyon riskinin büyümesine yol açacağı için çıkar yol değil. Kamu yönetiminin artık açıkça benimsemesi gereken şudur: Amaç artık, çokça sanıldığı gibi, maliyeti ne olursa olsun cari açığın finanse edilmesi değil, cari açığın küçültülmesidir. Politika tasarımı bu amaca göre sonuçlandırılmalıdır.

Öte yandan sadece para politikalarında değil, maliye politikalarında da ortodoks yaklaşıma gerek bulunduğu açık. Ancak burada da hem yoksullaşmanın yarattığı doğal sınır, hem de ekonomik yavaşlamanın durgunluk ölçüsüne varmaması bakımından yükün geniş kitlelere daha az yansıyacak şekilde dağıtılması şart. Hem hazine nakit açığı’nın bir yıl öncesine göre %95 yani resmi enflasyonun üzerine bir oranda artmış, hem de faiz dışı dengenin negatif düzeyde devam etmekte olması nedeniyle bu resmin nasıl dönüştürüleceği düşünülmeli. Faiz giderlerinin gelirlere oranı da bir yıl önce %10’un altında iken bu yıl %11’in üstünde. Nakit açığı %90 oranında iç borçlanma ile karşılandı. Büyümenin sağladığı büyük vergi artışına rağmen bütçe dengesi sağlanamıyor. Daha sürdürülebilir bir pozisyon alınması zorunlu.

Tehdit mi, savunma refleksi mi?

Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı’nın dikkat çektiği “doğurganlık azalışı” da , varoluşsal bir tehdit olarak değil de, bize kalırsa toplumun artan gelir eşitsizliğine ve yoksulluğa karşı “doğal savunma refleksi” olarak görülmeli. Yakın gelecekte reel gelirinin artacağını göremeyen kitlelerin, bakamayacağı nüfus artışından kaçınarak satınalma güçlerini koruma çabaları mantıklı. Özellikle eğitimli orta sınıfın enflasyondan en fazla zarar gören kesim olması, ciddi bir göçmen politikası ve hazırlığı olmadan niteliksiz yabancı nüfusun ithali gibi sosyal krizlere yol açabilecek alternatif tercihlerin kitlelerdeki gelecek perspektifini daha da karartacağı unutulmamalı.

Bunca fay hattı oluşurken. Şimşek’in fiyat istikrarı yani tek haneli enflasyon için işaret ettiği 2028 hedefi, oldukça uzak bir vade koyuyor önümüze. Bu hedefe kitlelerin tahammülünü zorlamadan nasıl ulaşılacağı kamuoyuna daha doyurucu bir şekilde izah edilmeli.

Tüm yazılarını göster