Yapay zekâya yeni Trump dönemini sorsak…

Kerem ÖZDEMİR KEREM İLE İŞİN ASLI

Uzun süredir üzerinde konuştuğumuz yapay zekânın GenAI ile damgalanan yeni döneminde laptoplar üzerinden insanların kendi kişiselleştirilmiş yapay zekâ platformlarını kullanmasına tanık oluyoruz. Bu dünyada hangi veri üzerinden değerlendirme yapacağımız önem kazanıyor. Ben Rapidian Energy Group Kurucusu ve Başkanı Bob McNally ile yaptığım görüşmedeki veri seti üzerinde zekâ geliştirebileceğimi düşünüyorum.

Yıllar önce Japonlar ağzına yerleştirilen şarabı test edip içindekileri ve özelliğini gösteren bir tadım robotu yapmışlardı. Wired dergisinden bir yazar, bu robotun ağzına elini sokup robotun verdiği sonucu paylaşmıştı. Çok etkilenmiştim. Bize sunulan yeni bir teknolojiyi, sunanların kural seti ile test etmek yerine kendi setimizi geliştirmek teknoloji inovasyonunu çok daha ileri taşıyacak bir kitle inisiyatifi olurdu. Ne yazık ki, bunu yapmak için yeterli kadromuz yok. 

Assassin’s Creed filminde insanlar özgür iradesi için savaşanlar ve formatlanmış olanlar şeklinde iki tipoloji altında tanımlanıyor. İkisinin ayrım noktasında, hakikat ve inanç arasındaki fark yer alıyor. Bunun iktisadi karşılığına bakarsak, inancın öne çıktığı durumda ruhban sınıfının geliştiğini ve kapitalizmin yükseldiğini görüyoruz. Ruhban sınıfı yani din adamlarının tarihsel olarak ortaya çıkışı, insanların tarımsal üretime geçişi ile yılın bir veya birkaç döneminde yapılan hasadın stoklanması ve bu stokun güvence altına alınması için başına güvenilir, aynı zamanda malın güvende kalmasını sağlayacak kadar otorite sahibi bir kişinin konulması gerekiyor.

Zaman içinde bu, komünist teoride bile İngiltere’nin gelişmiş sanayisi içinde yer alan Friedrich Engels yerine babası avukat olan Karl Marx’ın anlatılarının yaygın olarak bilinmesine giden yolu tanımlıyor. İnsanlar birlikte avlandıkları dönemdeki üretim ilişkileri ve o dönemde bunun yansıması olan sınai üretime odaklanmak yerine Fransız Devrimi’nin eşitlik, özgürlük, kardeşlik prensipleri üzerinde şekillenen herkesin eşitliği temasına saplanıyor.

Bugün de bu durum, Instagram engellendiğinde veya yavaşlatıldığında özgürlüğünü kaybettiğini düşünen ancak X’te paylaşılan bir video ya da fotoğrafı alıntılayan birinin postundan o içerik “telif hakkı sahibinin talebi üzerine kaldırılmıştır” ifadesi kullanılarak kaldırıldığında buna tepki göstermeyen bir insan tipini ortaya çıkarıyor. Böylece veri sahipliği üzerinden görselleşen ultra-kapitalizm çağını fark etmekten aciz kalıyoruz. Humanist yazar Viktor Hugo’nun ciltlerce yazdığı Sefiller kitabının en bilinen hikâyesi Küçük Cozette’teki ekmek çalma olayına benzer bir açlık/adalet dengesini dijital dünyada nasıl karşılayacağız. Jan Valjean’ın fırında ekmek yığılıyken açlığından kırılan ve ölme noktasına gelen çocuğunun açlığını doyurmak için hırsızlık yapmasına benzer biçimde veri kapitalizminin insanları “yasa dışı işlere” zorladığı bir dünyaya hazır mıyız? 

Belki de hazır olmaya gerek yok. Bizde evde kaynayan tencere her zaman karın doyurmanın iyi bir aracı olmuştur. O tencereye ne koyacağınız ekonominin kuralları ile belirlense de ortak veri üretmek ve bunun havuzlarını oluşturmak işimizi kolaylaştırır. Bunun için soruyu ABD’de Trump’ın ikinci başkanlık dönemi bizi nasıl etkileyecek” diye değil, “biz bu dönemde ne yapacağız” şeklinde sormak gerekiyor. 

Hatırlayalım: ABD İngilizler karşısında bağımsızlığını daha düşük kalibre, daha düşük ağırlık ve isabet sağlayan daha uzun boyu ile tanımlanan uzun tüfekle kazandı. Bu yüzden Çelik Blek ve Kaptan Swing gibi çizgi romanlarda avcıların kahramanlıkları anlatılır. Biz ise, Gazi Mustafa Kemal’in telgraf ağı üzerinden kullandığı gerçek zamanlı veri ve gerçek zamanlı analitik sistemi ile… Yani biz kuruluş itibariyle bir tık öndeyiz ve bugün de bunu yaparak daha başarılı kararlar ve uygulamalara ulaşabiliriz. Bunun için kendimizi geliştirmek için kullanacağımız veri havuzunu doğru belirlememiz gerekiyor. 

Bob McNally ile enerji üzerinde veri havuzu oluşturduk

Yani dönemi analiz etmek için eski dönemin bilgisine sahip doğru insanların bakış açılarından faydalanmak her zaman öğrenmek için iyi bir yöntemdir. Rapidian Energy Group Kurucusu ve Başkanı Robert McNally, merkezi Washington D.C.’de bulunan bu danışmanlık şirketini 2009’da kurmadan önce ABD Başkanı George W.Bush’a Beyaz Saray enerji danışmanı olarak hizmet ediyor. Petrol piyasası analisti ve Tudor Investment Corporation’da riskten arındırılmış (hedge) fonu stratejisti olarak çalışan McNally’nin 2017’de Columbia University Press tarafından basılan Crude Volatility: The History and the Future of Boom-Bust Oil Prices adlı kitabı, 2023’te IAEE 'Marcel Boiteux Best International Energy Economics Book Award' ödülünü alıyor. McNally, kariyer olarak kendi deyimiyle “enerji piyasaları, politika ve jeopolitiğin kesişme noktasında” yer alıyor. ABD’de sıklıkla ABD Kongresi’ne enerji piyasaları ve ulusal güvenlik konusunda ifade veren ve önde gelen medya kanallarında görüşlerine başvurulan McNally ile bu düzeyde yaptığımız görüşmenin sadece enerji ile ilgili olmadığının ve yapay zekâya göre daha kaliteli olduğunun kolayca anlaşılacağını umuyorum. Bu söyleşinin 7 Kasım 2024’te gerçekleştiğini not düşüp konuştuklarımızı aktarmaya başlayayım. 

Kerem Özdemir: TÜSİAD’ın Uluslararası Enerji Kurumu Başkanı Fatih Birol’u misafir ettiği toplantısında Ortadoğu’da bu kadar çatışma olurken petrol fiyatlarının neden tırmanmadığı ele alındı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Robert McNally: Haklısınız. Bu dikkat çekici bir soru. Petrol piyasasının, yalancı çoban masalındaki duruma geldiğini düşünüyorum. Bunu şöyle anlatayım: Fiyatların kalıcı olarak yükselmesine yol açacak şekilde arzı bozma konusunda çok fazla sayıda sahte veya yanlış tehditten bahsediliyor. Son olarak Rusya konusunda bu durum yaşandı. Rusya Ukrayna’yı işgal ettiğinde Rusya’nın petrol ihracatını kaybetmemiz durumunda petrol fiyatlarının artması ve ABD’de benzin fiyatının rekor düzeye yükselmesi endişesi gündeme geldi. Ancak böyle bir ezber bozulması olmadı ve fiyatlar aşağıdaki yerine indi. Ağustos ve son olarak ekim ayında İsrail ile İran’ın doğrudan karşı karşıya gelmesi bile uzun süreli ya da kalıcı bir etki yaratmadı. Bu nedenle piyasa, fiziksel arzın bozulması ya da gerçek anlamda bir tehdit olmadığını düşünmeye başlıyor. Bunun değişmesi için, piyasaların Basra Körfezi’nde üretilen ve piyasaya akan günlük 18 milyon varillik ham ve rafine petrolün akışında ya da LNG’nin hareketinde gerçek bir bozulma görmesi gerekiyor. Bu bozulma gerçekleşmediği sürece eğilim, bir sorun yaşanmayacağını düşünme yönünde ve bu nedenle petrol fiyatlarındaki parlamalar hızla geriye dönüyor.

ABD’de Donald Trump’ın seçilmesinin ardından koşullar nasıl değişecek?

Başkan Trump’ın göreve gelmesiyle petrol piyasalarında yaşanacak en önemli etkilerden birinin, İran’ın petrol ihracatında olacağını düşünüyoruz. Başkan Biden’ın yönetimi sırasında İran’ın ham petrol ihracatını günlük 1,5-1,7 milyon varile çıkaracak şekilde kendisini toparlamasına izin verildi. Bunun tamamına yakını Çin’e gidiyor. Başkan Trump’ın niyeti, bu arzı kesmek için yaptırımlar yoluyla Çin üzerinde azami ekonomik baskıyı yeniden yürürlüğe sokmak. Türkiye’de petrolün fiyatı, ABD’de ve şu anda ADPC toplantısı için bulunduğum Abu Dabi’de olduğu gibi küresel bir piyasa tarafından belirleniyor ki bu piyasanın bir yerindeki bir bozulma fiyat artışı baskısını piyasanın her yerine yansıtır. Bu petrol piyasaları için önemli bir etken olacaktır.

Bu etkinin ekonomik boyutunu biraz daha derinlemesine açıklayabilir misiniz?

Çin’in ekonomisi zayıf, ABD’de üretim çok güçlü. Bu nedenle Başkan Trump’ın beklediğim gibi çok agresif yaptırımlarla İran’ın ihracatını durdurması durumunda bu diğer etkenlerle dengelenecek ve petrol fiyatlarında bir zirveye neden olmayacaktır. Ancak İran’ın petrol fiyatının, Beyaz Ev seçiminin kısa vadedeki en önemli etkisinin görüleceği alan olduğunu düşünüyorum.

Ben elektronik mühendisliği eğitimi gördüğüm için denklemlere ilgi duyuyorum. Doğu Akdeniz’deki doğalgazda daha hızlı sonuç alınması için barışın önemli bir etken olacağını düşünüyorum ve İran’a karşı böyle bir hareketin buna hizmet etmeyeceği açıkça görülüyor. Petrol ve doğalgaz fiyatları arasındaki denge kısa vadede buradaki tercihleri nasıl değiştirecek?

Petrol ve doğalgaz fiyatları arasındaki bağlantıya bakalım. Bu bağın zayıflamayı sürdürdüğünü düşünüyorum; bu gidiş 10 yıllardır sürüyor. 1970’lerde OECD ülkelerinde petrolün yüzde 40’ı sanayideki ısıtma ve sınai süreçler ile ısınmada kullanılıyordu ve burada doğalgaz ile bir rekabet söz konusuydu. O zamanlar doğalgaz ile petrol arasında daha güçlü bir ilişki vardı. Petrolün elektrik üretiminden, sınai süreçlerden ve ısınmadan çıkarılmasıyla bu ilişki aşındı. 

Dünyanın elektrikli araçlara yönelmesi durumunda elektrik üretmek için daha fazla doğalgaz kullanmak zorunda kalmamızın –ki ben böyle olacağını düşünüyorum- belki bu bağın yeniden biraz tesis edildiğini görmek şaşırtıcı olur. Otomobil pazarından kaynaklı olarak elektrik üretiminde petrol ve doğalgazın rekabeti belki kısa süreli olarak böyle bir gelişmeye yol açabilir. Ancak ulaşım sektöründe yakıt talebi elastiklikten çok uzaktır. Bir elektrikli araç aldığınızda bunu kısa sürede elden çıkarmazsınız. Bu nedenle, ham petrol fiyatları ile doğalgaz fiyatları arasında güçlü bir bağ kurulmadığını göreceksiniz.

Bununla birlikte sıvılaştırma, taşıma ve tekrar gaza çevirme süreçlerindeki maliyetlere bağlı olarak doğalgaz fiyatlarında büyük farklılıklarla karşılaşıyoruz. Bu etkenlere bağlı olarak ABD’de doğalgaz fiyatları oldukça düşükken Avrupa ve Asya’da daha yüksek seyrediyor. Bu farklılıkların kısa sürede ortadan kalkmasını beklemiyorum. Aynı şekilde petrol ve doğalgaz fiyatları arasındaki bağlantının güçlenmesini de beklemiyorum. 

Petrol piyasasına dönersek, bu sektördeki şirketlerin petrol fiyatları yüksek olduğunda keşif, sondaj ve teknoloji anlamında yeni yatırımlara yöneldiğini görüyorduk. Tersine bir fiyat hareketinde ise bu yatırımlar duruyor ya da yavaşlıyordu. Şu andaki konjonktürde bu yatırımlarla ilgili durum nedir?

Tamamen haklısınız. Yaptığınız bu tanımlama, petrol sanayinin nefret ettiği şey: Patlama yapması ve çakılması şeklindeki fiyat döngüleri. Bunlar, şirketlerin üzerinde baskı oluşturur ve muazzam bir istikrarsızlık yaratır. Fiyatlar yukarı doğru hareket ederken yeni rezervler ve daha fazla petrol üretmek üzere sondaj kuleleri eklemek için hücum edilir. Sonrasında çok fazla petrol üretilir ve OPEC gibi düzenleyici organizasyonlardan biri üretimin kısılması kararı almazsa fiyat düşer ve yatırımı sona erdirir. 2019, 2020 ve 2021’de petrol ve doğalgaz yatırımlarına yeniden başlamada temkinli davranılmasının nedeni sadece COVID değildi. Sektör, 2015 ve 2016’da petrol fiyatlarının çakılmasını hatırladı. Suudi Arabistan ve Rusya’nın pazarı petrole boğduğu 2020’de de fiyatlar oldukça düşüktü. Yatırımcılar fiyatların son çakılmasını hatırlar. Bu yüzden sağlıklı bir petrol sanayi ve sağlıklı bir küresel ekonomi için petrolde fiyat istikrarı gerekiyor. Ancak fiyat istikrarı, etkin bir arz yöneticisini gerektirir. Bu, üretimlerini ayarlama gücü ve buna isteği olan bir ülkeler ve üreticiler grubu envanteri ve fiyatları istikrarlı tutmak için üretimlerini ayarlaması büyük önem taşıyor ve son 10 yıllardır bunu sağlamak için çaba sarf ediyoruz. Bu nedenle kimsenin hazzetmediği patlama yapan ve çakılan fiyat döngülerine dönüyoruz. 

İş insanları, tüketim tarafında lityum-iyon bataryalar yerine katı pillerin kullanılmasından bahsederken hala elektrik ve petrolü iki ayrı enerji kaynağı olarak ele almayı sürdürüyor. Enerji kaynaklarını bu şekilde ayırma lüksümüz var mı?

EV’ye geçişte farklı trendler görüyoruz. Çin’de yüzde 50’ye varan orandaki satışlar “yeni elektrikli araçlar” dedikleri kategoride ve çok güçlü. Ancak bu kategori plug-in hibrit araçları da kapsıyor. Gerçek sadece bataryalı elektrikli araçlar (battery electric vehicles-BEV), yüzde 25’lik sabit oranda ve daha yatay seyirle istikrarlı büyüyor. Dünya geneline baktığımızda, benzin de kullanan PHEV’lerin hızla büyüdüğünü; sadece batarya kullanan BEV’lerin ise düşüşte olduğunu ya da dengeye oturduğunu görüyoruz. Çin’in dışına baktığımızda ise, EV’ye geçişteki büyüme hızının yavaşladığını görüyoruz. Buradaki yavaşlamanın nedeni, tüketicilerin hala benzinle çalışan bir araca göre maliyet konusunda endişe duymaları, şarj istasyonlarının yetersiz olması… Ve buradaki çok önemli ve yeni bir etken de sübvansiyonların kaldırılması. Almanya gibi ülkelerde EV’ye yönelik sübvansiyonların çok maliyetli hale geldiğini gördüler ve bunları kaldırdıklarında satışların düştüğünü gördük. Ve mali baskılar geliyor. Seçimleri kim kazanırsa kazansın gelecek yıllarda ABD’nin de içinde olduğu birçok ülkede muazzam borç sorunlarının ortaya çıktığını göreceğiz. Bu asıl olarak, özellikle yaşlanan toplumlarda, emekli olanlara yönelik yükümlülüklerden kaynaklanacak. Savaşlar sorunu daha karmaşık hale getirirken enflasyon ve yüksek faiz oranları borcun maliyetini yükseltecek. EV’ye geçiş konusunda heyecanlı olanlar da dahil olmak üzere bütün ülkeler bu mali baskılarla karşılaşacak. Eğer EV’ler orta gelirli tüketiciler için maliyette rekabetçi hale gelmeden sübvansiyonları keserseniz, adaptasyon hızının düştüğünü göreceksiniz. Bunu görmeye başlıyoruz ve daha ileri gittiğini görecemizi düşünüyorum.

Önceki Trump yönetiminde, Avrupalı sektör temsilcileri ile ABD’nin kayaç gazı ve petrolünü petrokimyasala çevirmesi durumunda denizaşırı pazarlara göndermesinin mümkün olacağını değerlendirmiştik. Yeni dönemde böyle bir şey bekleyebilir miyiz?

Evet, sanırım bunu düşünebiliriz. Bu hareketler üzerinde, petrol ve petrokimyasal fiyatları arasındaki farklar gibi etkenler belirleyici olacak. Petrokimya yatırımları konusunda büyük bir heyecan var. Aynı zamanda şu anda bulunduğum bu bölgede artan ölçüde bir temkinlilik görüyoruz. Bu, dünya çapında petrokimya alanında aşırı kapasite oluştuğu hissinden de kaynaklanıyor olabilir. Son dört yıldır bu yatırımlar çok moda olmuştu. Sanırım bunun bir ölçüde yeniden değerlendirilmesine başlandı. Sanırım aynı zamanda benzin ve jet yakıtı gibi taşımada kullanılan yakıtlar üzerinde biraz daha fazla düşünülmeye başladı. Eskiden geleceğin petrokimyasallarda olduğu ve benzinin geçmişte kaldığı düşünülüyordu. Bu biraz değişmeye ve tersine dönmeye başlıyor. EV’lere yönelik talep yavaşlarken dünya geneline baktığınızda birçoklarının öngörülerinin aksine Avrupa’da bile benzine yönelik sağlıklı bir talep bulunuyor. Avrupa’da öngörülen bu düşüşle karşılaşmadık. Petrokimyasallardaki heyecanın bir ölçüde eski moda güzel dostumuz ulaştırma yakıtlarımız olan benzine ve jet yakıtına kaydığını görüyoruz. Dizel şu anda zayıf ama bunun nedeni ekonomik büyümenin zayıf olması ve Çin’deki LNG ile çalışan kamyonlar. Ancak gözünüz benzin ve jet yakıtının üzerinde olsun; sanırım geri dönüyorlar.

Yapay zekâ ve özellikle GenAI kullanımına bağlı olarak da veri merkezlerinde önemli bir enerji talebi oluşuyor. Google’ın lisans talebi ile somutlaşan bir nükleer enerji seçeneği gündeme geliyor. Buradaki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yapay zekânın yarattığı elektrik talebi konusu hepimize gelecek üç, dört ya da beş yılda enerji alanında olacaklar konusunda tahminde bulunurken mutevazı olmamız gerektiğini hatırlatıyor. Her zaman bir sürprizle karşılaşırsınız. Siz en güncel olana işaret ettiniz. ABD’de veri merkezlerinde yapay zekâ için kullanılan elektriğin 2030 itibariyle üç katına çıkması bekleniyor. 2030’a bir şey kalmamışken bir yarış sürüyor. Siz nükleer enerjiye atıfta bulundunuz. Bu yapay zekâ merkezlerini işletecek olan teknoloji şirketlerinin büyük bölümü, kısmen karbon içermemesi nedeniyle nükleer enerjiyi tercih ediyor. Muhteşem olmasına karşın nükleer çok yoğun yatırım gerektiriyor, regülasyon açısından izin alması zor ve kullanıma girme konusunda yavaş kalıyor. Son altı ayda nükleer enerji konusunda ABD’de bir heyecan oluştu. Ancak Teksas, diğer bir diğer seçenek olan doğalgaza boğulmuş durumda ve üretilen petrolle birlikte çıktığı için bunu çıkarmaya uğraşmalarına bile gerek yok. Ancak henüz bu gazı üretmeye başlamadılar. Veri merkezlerini şebekeye bağlama sorunuyla uğraşmadan Teksas’ta bu doğalgaz ile teçhiz etmek bir çözüm olabilir. Yine de veri merkezlerinin yapay zekâdan kaynaklanan enerji talebini sağlamada kullanılacak yakıt konusunda, hızla hazır hale gelebilecek doğalgaz ile nükleer arasında bir yarış göreceğiz. Bu yarışın sadece başlangıcını görüyoruz. Yarışın nerede biteceğini ileride göreceğiz. Doğalgazın hız ve maliyet açısından avantajlı olduğunu düşünüyorum. Yarışın nerede son bulduğunu zaman gösterecek; belki ikisi de kazanır.

Son olarak şunu sorayım. Bundan sonra Elon Musk’ı daha yakından takip etmemiz gerekecek mi?

Elon Musk zaten dünyanın en önemli kişilerinden biriydi. Şimdi bu önemi daha da arttı. İyi arkadaşı Başkan Donald Trump ABD’de bu kadar büyük bir zafer kazanmışken Elon Musk’tan daha fazlasını bekleyebiliriz. 

Tüm yazılarını göster