Dış siyaseti belirlemek ve uygulamak zor bir süreçtir, siyaseti belirleyenler sadece uluslararası ortam ve ilgili dış aktörlerin tutumlarını değil, aynı zamanda iç siyaseti ve üst kademe karar vericilerin ideolojik tercihlerini de hesaba katmak zorundadırlar. Bu gözlemlerin ışığı altında düşünüldüğünde, herhangi bir ülkenin somut bir durum karşısında nasıl davranacağını kestirmek zordur denilebilir. Eğer bir de bir ülkenin dış politikada atacağı her adımın kendine özgü olacağı fikrini benimsenirse, ülkelerin dış politikasına ilişkin tahminde bulunmak çok zor olacaktır. Fakat ne mutlu ki, çoğu ülke dış siyasetini dış dünyaya ilişkin bir dizi varsayım ve değerlendirmeye dayandırır. Örneğin, bir AB üyesinin diğer Birlik üyelerine karşı izlediği siyasette askeri güce başvurmayacağını varsayarsak, herhalde yanılmayız. Keza, Almanların tarihi olarak Musevilere ilişkin olarak besledikleri suçluluk duygusu karşısında, Almanya’nın daha ziyade İsrail’i destekleyen siyasetler izleyeceğini de güvenle ileri sürebiliriz. Uluslararası düzende yoğun değişimin yaşandığı dönemlerde ülkelerin dış siyasetlerini tahmin etmemize yarayacak dayanakların sayısı azalacaktır, ama hiçbir dayanağın bulunmadığı bir durum da söz konusu olmaz.
Yukarda yaptığımız tartışmanın ışığında birisinden günümüzdeki Türk dış politikasını özetlemesini istesek, bu şahıs ne diyeceğini şaşırabilir. Türk siyasetinin dayanakları nelerdir? Görünüşe göre, günümüz Türk dış siyasetinin en belirgin vasfı perakendeciliktir. Pekiyi, bu ne demektir? Ülkenin liderleri bir dış siyaset gelişmesiyle karşılaştıkları zaman, olayı genel bağlamından soyutlayarak tek başınaymış gibi ele almakta, cevabi eylemlerinin o anda ne gibi maliyetler ve kazançlar getireceğine bakmakta, alacakları kararların Türkiye’nin genel dış siyasetine ve Türkiye’nin içinde yer aldığı ilişkiler ağına etkilerini değerlendirmemektedirler. Ancak, bu yaklaşım sorunludur. Türkiye üyesi olduğu camialarda artık güvenilir bir ortak olarak görülmemekte, dolayısıyla gerek kararların oluşturulduğu ortamlardan gerek ortak projelerden dışlanmaktadır. Bu konuda hemen akla gelen örnek, bir NATO üyesinin yapmaması gerekirken, Rusya’dan S-400 füzelerinin satın alınmasıdır. Bunun sonucunda Türkiye sadece F-35 projesinden dışlanmamış, yeni F-16 temininde de güçlüklerle karşılaşmıştır.
Türk dış politikasının ikinci özelliği ise siyasetin kurumlar arası ayrıntılı değerlendirmeler sonucu belirlenmesi yerine, ülke liderinin ideoloji ve telakkilerini tarafından şekillendirilmesidir. Bu özellik perakendecilik ile bir araya getirildiği zaman, kararların istenen sonuçları vermemesi halinde kolayca değiştirilebilmesine yol açmakta, böylece ortaya bir inandırıcılık sorunu çıkmaktadır. Örnek bulmak için iktisat politikasına bakmak yeterlidir. Liderin tasarruflarda ve diğer işlemlerde faiz uygulanmasına ilişkin düşünceleri uygulamaları belirlemiştir. Faiz oranlarının bilinçli olarak düşük tutulması sonucunda ülkeye yabancı sermaye akını hızla düşerken Türk lirası da değer kaybetmiştir. Önemli kayıplar yaşandıktan sonra siyasi lider Hazine ve Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanını değiştirmiştir. Bu değişimin ardından Merkez Bankası peş peşe faiz oranlarını yükseltirken, Hazine ve Maliye Bakanı da yatırımcıları Türkiye’ye çekmek için uluslararası turlara çıkmıştır.
Yeni siyaset henüz beklenen sonuçları getirmemiştir. Dış dünya, yeni politikanın istenen sonuçları beklenen hızda getirmemesi durumunda, iktisadi politikanın ve onun mimarı bakan ve banka başkanının değiştirilebileceğinden çekinmektedir. Başka türlü ifade edilecek olursa, uluslararası yatırımcılar Türkiye’nin iktisat politikasında izlediği kurumsallıktan uzak, perakendeci siyasetin liderin anlık bir düşüncesiyle değişebileceği için yatırıma girişmek konusunda kendilerini yeterince güvende hissetmemektedirler.
Lider, aynı zamanda, dinin bölge halkları arasında güçlü bir bağ teşkil ettiğini, aynı dini paylaşan insanların iç dayanışması güçlü ve ortak çıkarları olan bir camia oluşturduğunu düşünmektedir. Bu görüşü doğrulayan herhangi bir görgül veri bulunmamaktadır. İlk olarak, müminler arasında derin bölünmeler bulunmakta, bazıları diğer mezhep veya tarikata mensup kişilerin başka dine inananlardan bile daha az kabul edilebilir olduklarını ileri sürmektedirler. İkinci olarak, bölgede nüfus milli devletler biçiminde örgütlenmiştir ki, bu yapılar dinden daha güçlü bir ulusal kimlik duygusu yaratmayı başarmışlardır. Son olarak, Türk dış siyasetini belirleyenler Osmanlı yönetimi altında yaşamış halkların Türkiye’ye karşı olumlu duygular beslediği gibi masum bir inanca sahiptirler. Bu doğru olmadığı gibi, genellikle Arapların Türklere fazla hayranlık duymadıkları da bilinmektedir.
Sonuç olarak, tartışmalı bir takım varsayımlar üzerine bina edilen perakendeci siyasetler başarılı bir Türk dış politikasına zemin oluşturmaktan ziyade Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunun ve inandırıcılığının zayıflamasına ve Türkiye’nin yalnızlaşmasına yol açmıştır.