Türkiye ekonomisi gelecekte de hep hatırlanacak zor günlerden geçiyor. Türk Lirası tarihin en büyük değer kayıplarını yaşıyor. Tarladan mutfağa, üretim-imalat süreçlerinden, hizmet sektörüne tükettiğimiz hiçbir ürünü tekrar aynı fiyattan yerine koyamadığımız günlerdeyiz.
Son günlerde gittiğimiz çoğu yerde “yangın” sözcüğünü çok sık duyar olduk. Olağan dışı gelişmeleri kanıksamış, sıradanlaştırmış bir toplumun bireyleri olarak yine bir korku tünelinde ilerliyoruz.
Dünya deneyleriyle “bir numaralı halk düşmanı” olarak ilan edilmiş, ekonominin bütün dengelerini bozan, yüksek enflasyonu göze alabilen ekonomi yönetimi anlayışı sürdürülmeye çalışılıyor. Tüm dünyada enflasyon korkusu yeniden hortlamış durumda. Geride bıraktığımız hafta epey uzun bir zaman önce başladığımız bizimle karşılaştırılabilir ülkelerden ters yöne ayrışmayı daha da uzağa taşıdık. İngiltere’den Rusya’ya, Pakistan’a pek çok ülkenin merkez bankası enflasyonu dizginlemek için faiz artırımına giderken, biz 100 baz puanlık indirimle döviz kuru-enflasyon sarmalını ateş topu haline getirdik.
İş dünyası nihayet devrede
Geldiğimiz noktada bugüne kadar uygulanan ekonomi politikasını eleştirirken çekingen bir tutum alan iş dünyasından geçen haftadan itibaren daha yüksek perdeden sesler yükselmeye başladı. TOBB, TÜSİAD gibi iş dünyasının çatı örgütlerinden gelen uyarılar artık durum tespitinden çok yangına müdahale yöntemlerinin tartışılacağı yeni bir döneme geçtiğimizi gösteriyor. Sanayiciler, ihracatçılar, gelinen kur-enflasyon düzeyinin uygulanan ekonomik politikanın temelini oluşturan ihracatı da tehdit etmeye başladığı görüşünde.
Devlet aklı ve yangın söndürme
Ekonomimizin geldiği durumu yangın sözcüğüyle betimler olduk ya işte tam bu noktada orman yangınından, ekonomik sıkıntılara devlet aklını sorgulamamız gerekiyor. Küresel ısınmanın da etkisiyle dünya ve Türkiye, kuzey yarımkürede çok sıkıntılı bir yaz mevsimi geçirdi. Orman yangınları ciğerimizi yaktı. Yangın Sibirya tundralarına kadar geldi. Ülkemizin birçok yerinde orman yangını görülürken biz en çok “yangına müdahale yöntemlerini” tartıştık. Oysa devlet aklımız 1956 yılında çıkan bir yasaya dayanarak, orman yangınlarına kimlerin nasıl müdahale edeceğini günümüze kadar değişikliklerle ulaşan bir yönetmeliğe bağlamıştı. Cumhurbaşkanlığı Mevzuat sisteminden ulaşılabilen, ilk hali 1976 yılında yayımlanan “Orman Yangınlarının Önlenmesi Ve Söndürülmesinde Görevlilerin Görecekleri İşler Hakkında Yönetmelik” devlet aklıyla yapılacakları sıralamıştı. (https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=712520&MevzuatTur=3&MevzuatTertip=5)
Yurdumuzda kar yağışının başladığı bu günlerde yaz mevsimini beklemeden orman yangınlarına nasıl müdahale edeceğimizi düşünmenin tam zamanı diye düşünüyorum.
Aynı şekilde Orta Vadeli Plan’ın, daha dün gece yasalaşan 2022 bütçesinin, TCMB para politikası stratejisi, enflasyon raporu gibi temel metinlerin neden süratle anlamını yitirdiğini sorgulayalım. Tüm kesimlerin desteğiyle toplumsal uzlaşma içinde devlet aklını, tek merkezde toplanma zorluğundan ve yorgunluğundan kurtaralım.
“Asgari Ücret” düzenlemesinde “Asgari” etki analizi eksikliği
Karar süreçlerinin tek merkezde toplanmasının yarattığı sıkıntılar Asgari Ücret düzenlemesinde de ortaya çıktı. İktidarın en iddialı adımı olarak nitelendirilebilecek Asgari Ücret düzenlemesinde öngörülen vergi bağışıklığının kamuyu ve işvereni nasıl etkileyeceğinin “asgari” düzeyde bile öngörülememiş olduğu ortaya çıktı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, asgari ücret ilk açıklandığında, asgari ücretin üzerinde gelir elde edenler için ödenen ücretin, brüt asgari ücret kadar kısmının da (yani 5004 liralık kısmının) gelir vergisinden muaf olduğunu bildirmişti. İşveren kesimi, asgari ücretteki yüzde 50 artışa karşın, diğer çalışanlar için vergi avantajı getirileceği için düzenlemeye destek vermişti. Ancak TBMM’ye sunulan torba kanun teklifinde ise sadece asgari ücretin vergi dışı bırakılmasına ilişkin hükümler yer aldı. Muhalefete göre, teklif bu şekilde yaşlaşırsa çalışanların yüzde 83’ü asgari ücretle çalışıyor olacak ve iş barışı bozulacak.