Yalancıyız, yalancı… dursak mı artık?

Yaprak ÖZER HAYATIN İÇERİĞİ

Haftayı, Facebook’un ince sırlarını ve yönetim şeklini en ince ayrıntısına kadar öğrenerek geçirdik… dersem şüphesiz güleceksiniz ama doğru; Facebook’un ne olduğunu bilsin bilmesin, bu dünyanın içinde fink atan nüfus olarak üst sıralarda yer alıyoruz. Sosyal medya aktivitelerimizin önemli bir bölümünü rakiplerin dayanılmaz gücüne karşın Facebook topluyor… Facebook uzmanlığı diyemeyecek olsam da bu platformun gediklisi olma durumu 10 numara 5 yıldız.

Ama ne oldu? Facebook alimleri hafta içi Facebook ve platformlarında saatler süren nedensiz kesintiyi yaşayınca en önemli haber oldu, kullanıcılar komplo füzelerini nereden fırlatacaklarını şaşırdılar, genel itibarıyla nefesleri kesildi, yaşam sevinçleri uçtu. Hani balık sudan çıkınca yaşayamaz ya… öyle hissettiler. İyi ki geldi geriye Facebook.

Hep düşünmüşümdür acaba bende mi bir tuhaflık var, neden herkes giderken Mersin’e ben giderim tersine… sosyal platformlarda fink atmıyorum. İtiraf ediyorum profesyonel iş dışında tek bir giriş yapmadım-zaten o da ekip arkadaşlarımın marifeti. İletişimciyim, yapmam gerekli olduğu zaman gerekli olduğu ölçüde yaparım ve gerekçem yoksa asla meyletmem!... Lütfen siz de bir durun artık. Bunun adı iletişim değil. Şöyle de düşünebilirsiniz, denizi plastikle doldurmakla eş değer. Sosyal medyada amaçsızca aktif çabanız hiçbir işe yaramıyor. Gazeteci değilsiniz, iletişimci değilsiniz, yorumcu değilsiniz, uzman değilsiniz… üstelik konuştuğunuz gibi ifadeler kullanarak dilimizi katlediyorsunuz; gitcem gelcem… aricam, naber… meraba.  Katkınız yok evrene de da’ları ayırdıktan sonra da gerekçe ve bilgi aktarmayacaksanız girmeyin olmaz mı!

Facebook’a dönmeden önce Türkiye’de ne kadar popüler olduğunu ölçemediğim ABD merkezli popüler yayın organı OZY adlı platform; App ve yan ürünlerinden bir de kurucusu eski CNN’li Carlos Watson’dan iki satır olsun söz edeceğim. Küçük dilimi yuttuğum bir olaydır. İtibar, şöhret, yalan üzerine kurulmuş entelektüel kesimi ilgilendiren daha butik bir hikaye bu!

OZY… nasıl söylesem, ilginç haberler, webcast’ler, söyleşiler, farklı konularda dünya çapında festivaller düzenleyen ve ne kadar ünlü, anlık da olsa sarsıcı popüler kişiyi medyasına konuk etmeyi başaran bir platformdu. Lütfen kıssadan hisse diye okuyun örneklerimi. Yani yerel kanalları, aniden ünlenen platformları bir gözünüzden geçirin derim.

Carlos Watson’ı dünya üzerinde tanımayan yok gibiydi. Sanırım kuruluş günlerinden beri izliyorum… tasarım yaklaşımından etkilendiğimi söylemeliyim.  Gelin görün ki “ce” diyorsunuz, diyene kadar gelip geçiyor… İşte bu dünyadan da bir OZY geçti; meğer o kadar popülarite, onca izlenme, onca beğeni yalanmış! Yalan makinesi kurmuşlar. Tüm rating göstergeleri manipülasyon ürünüymüş. Satın alınmış sevgi, satın alınmış takipçi, satın alınmış izlenme… nereye kadar gider, reklam veren uyanana kadar! Gazeteciliğin sonu para kazanma dürtüsüyle haberciliği unutanlar ve onların yerini dolduran “basarım parayı… istediğim yere çıkarım ya da çıkartırım” anlayışı değil mi?

Facebook’a gelelim; bu kaçıncı kriz, bu kaçıncı skandal. Bir Facebook alt platformu olan ve özellikle genç kitle bağlantısında önemli rol üstlenen, fotoğraf ve video unsurlarıyla estetik kaygılara hitap eden Instagram’da ergenlik çağındaki çocuk bireyleri intihara kadar sürükleyen örneklerin çoğalması ve sessizliğin bozulması bir skandalın gün yüzüne çıkmasına neden oldu.  

Belki özünde bu, ama konu sosyal skandal, hatta siyasi skandal… Ve tabii her zaman olduğu gibi ekonomik bir sorun, anlıyoruz ki ortaya çıkan bilgilerden olayın aslı şu; sosyal platform devi bilerek - isteyerek algoritmalarını halkın yararına değil kendi çıkarına göre düzenlemiş. Çok değil bir iki ay önce Google algoritmalarının da reklam vereni kandırdığı haberlerini anımsar mısınız… Nereden biliyoruz, kurumdan ayrılmış bir yöneticinin beraberinde çıkardığı araştırma ve diğer bulguları bir geleneksel medya kuruluşuna sızdırmasından… aslında olaylar neresinden bakarsanız yoruma muhtaç ama bunların arasında ne olursa olsun her şeyin üzerine örten gerçek korunmaya muhtaç kitlenin ticari kaygılara kurban edilmiş olması. Aslında bardağın dolması. Facebook, ABD’de Demokratlarla Cumhuriyetçileri birleştirme mahareti gösterdiği için ayrı bir başarıya imza atıyor, kimse şimdilik bunu tartışmıyor. Hedefteki konu ahlaki kriterler gözetilmeden yürütülen iş.

The Atlantic dergisinde “dünyanın en büyük otokrasisi” başlığını görünce, parmaklarımdaki ince sinirler harekete geçti, fazlasını okumak için tıkladım. Birkaç hafta önce New York’ta Birleşmiş Milletler buluşması ve Türk Evi açılışı gösterisi vesilesiyle yakın tarihin en az görüşmeyle sonuçlanan en kalabalık Türk çıkarması aklıma geldi. Bu yolculuğun nadir çıktılarından biri olan TV röportajında muhabir; “Başkan Biden size otokrat diyor…” sorusuyla hafızalarımıza kazındı!... Başlıktan butona gönderen dürtü bu…. Pandora belgelerinden çıkan Türk imzası burada da mı karşımızda merakı?...

Şöyle başlıyor yazı: Albert Einstein 1947’de bu dergiye yazdığı makalesinde, insanlığı atom bombası tehdidinden korumak üzere tek bir dünya hükümeti önerisini sunmuştu. O gün Einstein’ın ütopik fikri tutmadı. Ama Mark Zuckerberg’inki tuttu! Zuckerberg bir dünya devletine koşuyor. Einstein ahlakçı tutum ve dünya barışını tesis etmek üzere hayal kurmuştu… Zuckerberg’in hayalinin aynı motifleri içerdiğini söyleyemeyiz. Facebook uluslar-üstü rejiminin nüfusu aylık yaklaşık 3 milyar aktif kullanıcı. Dünyanın en kalabalık iki ülkesi Çin ve Hindistan nüfusundan daha kalabalık, Zuckerberg'in tanımına göre onlar “Facebookland vatandaşı”. Facebook 2021'in ilk yarısında yaklaşık 54 milyar dolar reklam geliriyle yine dünya üzerindeki pek çok ulusun gayri safi yurt içi hasılasını geçti. Facebook bir web sitesi, platform, yayıncı, sosyal ağ, çevrimiçi dizin, şirket, programdan fazlası. ABD Başkanlığına aday olacağı bu nedenle sessiz sedasız ABD’nin en ücra köşesine kadar rutin ziyaretler yaptığı yazılıp çizildi. Şimdi düşünüyorum da bunu yazanların ufku ne kadar darmış. Ne yapsın ABD Başkanlığını dünyaya başkan olmak varken.

The Atlantic analizinde; Facebook'u, bir ulus devlet olarak düşünürseniz – ABD ve diğer demokrasilerle soğuk savaşa giren bir varlık diye tanımlıyor. Daha ileri gidip, menkul kıymetler ve borsa… Diem olarak bilinen blok zincir tabanlı ödeme sistemi ve para birimi… sivil savunma stratejisine uzanacak kadar sofistike bir sistem kurulmuş olduğunu ifade ediyor.

Facebook'un en büyük sermayesi Zuckerberg yönetiminde yaşamayı seçen topluluk. Hafta içi yaşanan Facebook, WhatsApp ve Instagram kesintisini bile “internet kesildi” diye yorumlayıp dünyanın başlarına yıkılması diye tarifleyenlerin reaksiyonu kayda alınmaya değer. İnternette hiç sorun yoktu. Üç milyar Facebook Vatandaşı masum olduğu açıklanan teknik bir aksama nedeniyle dünyadan kesildiğini düşündü. Bu algıyı fark edince kendi adıma çok ama çok korktum. Siz şimdi lütfen otokrasi-demokrasi-hürriyet-vatandaşlık gibi kavramları bir Google’layın bakalım.

Donald Trump’ın can damarını bile kesebilen bir platform! Trump, Twitter’ı daha fazla seviyordu bildiğim kadarıyla. Mark Zuckerberg, “vatandaş”ları üzerinde psikolojik deneyler yaptığını Kongre’ye ve tüm dünyaya ilan eden “muhbir”ler ordusuyla mücadelesini sürdürüyor tabii… ben bu yazıyı yazarken kendi imzasıyla yanıt verdi. Özetle “yalan” dedi. Bu arada Brian Stelter’ın Reliable Sources söyleşisinde Facebook üst düzey yöneticisiyle görüşmesini dinlemenizi ya da okumanızı öneriyorum. Pek çok açıdan ilginç ve ibretlik.

Yalan, dünyanın en önemli “güncel” sorunlarından biri. Hatta belki de başlıcası! Devletler, hükümetler, kurumlar, yalan söylüyor. Bireyler 7’den 70’e yalan söylüyor. Yalan adeta masum bir şeymiş gibi yaşanıyor. Güven duygumuz bana kalırsa onarılması çok zor şekilde sarsıldı.

Peki, ne yapacağız? Medya okuryazarı olmalıyız. Haberler doğru mu diye kontrol edeceğiz. İlginizi çeker mi bilmem ön bilgi vereyim; ilk bağımsız doğrulama kuruluşu neredeyse 2000’lerin başında kuruluyor. Dünyada 102 ülkede 341 adet doğrulama ajansı 2014-19 arasında kurulmuş. (Duke Reporters’ Lab 2021 raporu) 2020’de sayıları yarıya düşmüş. Türkiye’de 7 adet doğrulama kuruluşu var.

Kurumlara, liderlere, otorite ve bir bilen olarak görülen neredeyse herkese güven düşüyor. Güven azaldıkça, farklı kaynaklara yöneliyoruz. Hepimiz neye inanacağımızı şaşırdık. 2018 tarihli bir araştırmaya göre yalan haberin yayılma hızı, doğru habere kıyasla 6 kat hızlı. At bir yalan dünya dursun!

Yalan bilgiler kesinleşmemiş/bilinmeyen konularda artış gösteriyor. Toplumda kutuplaşma ve kurumlara güvensizlik arttıkça, yalanın yayılma hızı da artıyor. Reuters Institute araştırmasına göre dijital platformlarda bulunan haberlere daha az güveniliyor. Yalanlar havada uçuşurken yalan üzerine araştırmalar da çoğalıyor. Hepsi birbirinden ilginç. Son olarak bizi yoldan çıkaran bu “ilginç” kavramı üzerine ilginç veriler sunacağım. “Doğruysa ilginç olabilecek” hikayeleri paylaşmaya meyilli olduğumuz tespit edilmiş. Türkçeleştirmesi pek başarılı değil maalesef ama içimizdeki dürtü bu! “ya doğruysa” kurt gibi kemiriyor ve “paylaş” butonuna basıveriyoruz.  

Son cümlem: bir durmak gerek!

Tüm yazılarını göster