Bay Trump’ın Avrupa savunmasına Amerikan katkısı konusunda nasıl davranacağına ilişkin belirsizlik güçleniyor. Daha önceki başkanlık döneminde Trump çoğu Avrupa ülkesinin savunmalarına yeterli harcama yapmayıp, güvenliklerini Amerika’yı kullanarak sağladıklarından yakınıyordu. Trump’a göre bu durum Amerikan ekonomisine fazla yük getiriyordu. Avrupalılar kendi savunmaları için daha fazla harcama yapmalıydılar. Sözlerini burada bitirseydi, kendisini bir ölçüde haklı bulabilirdiniz. Ama ardından ülkesinin NATO’dan ayrılacağı türünden bir şeyler de geveledi. Bu sözler NATO’nun Avrupalı üyeleri arasında sadece Avrupa’nın kendisini savunmaya yeterince hazır olmadığı açısından değil, özellikle nükleer düzeyde zaten kendisini savunamayacağı için, derin endişe yarattı.
Biden başkan seçildikten sonra, yardımcılarını da yanına katarak Avrupalıları Amerika’nın Kıta’nın savunmasından çekilmeyeceği konusunda ikna etmek için büyük uğraş verdi. Ancak Bay Trump’ın sözleri ilişkiye çoktan zarar vermişti. Avrupalılar artık Amerikalıların Avrupa’nın güvenliğini ebediyen sağlayacağını varsayamayacaklarını idrak ettiler. Her ne kadar böylece Avrupalıların zihinlerine şüphe düştüyse de, kısa süre sonra başka sorunlarla ilgilenmeye ve güvenlik sorunundan uzaklaşmağa başladılar. Ukrayna sorunu ise tarafların birlikte çalışması için yeni bir fırsat yarattı, Amerikasız Avrupa savunması konusunun tartışılması ötelendi. Daha önce “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” diyen Macron bile Meydan okumayı bir yana bırakarak, Amerikalılara katıldı, Ukrayna’yı desteklemenin baş savunucu oldu.
Bay Trump’ın iktidara geri dönmesi, Amerika’yı nasıl yöneteceğine ve Amerika’nın dünya ile nasıl ilişki kuracağına ilişkin açıklamaları, günün birinde Avrupa’nın kendini savunma sorumluluğunu üstlenmesi gerekeceği gibi tatsız bir olasılığı yeniden gündeme sokmuştur. Artık Avrupa’nın savunmasını sağlayacak yetkinlikte olup olmadığı, Kıta’nın savunmasını nasıl sağlayacağı konuları masadadır ama henüz ortada sorunun nasıl yanıtlanacağına ilişkin kapsamlı bir çaba yoktur.
Avrupa güvenliğinden söz ederken, çözümlememize Avrupa ifadesinden neyi kastettiğimizi belirterek başlayabiliriz. Deyim çoğu zaman sadece AB üyelerine atıf için kullanılıyorsa da aslında bazı önemli Avrupa ülkeleri AB üyesi değildir. Önce Avrupa ibaresiyle sadece AB üyelerinden söz ettiğimizi varsayalım. Bu ülkeler ortak bir savunma gücü oluşturma niyeti besleseler de henüz ciddi bir güç oluşturamamışlardır. Pekiyi, böyle bir gücü oluşturabilirler mi? Bu konuda Birlik’in bünyesel bazı güçlüklerle karşı karşıya olduğu söylenebilir. Şimdiye kadar sadece Fransa Kıta savunmasında Amerika’ya duyulan bağımlılığın sonlandırılmasını istemiştir, fakat diğer üyeler Fransa’nın Avrupa savunmasına önderlik edecek güç ve imkanlara sahip olmadığını düşünmektedirler. Kıta’nın iktisaden en güçlü ülkesi Almanya’dır. Bu ülke Fransa’ya kıyasla daha da gelişmiş bir endüstri temeline de sahiptir ki, bu nitelik askeri güce sahip olmak için vazgeçilmezdir. Almanya Avrupa savunmasının gelişmesinin başını çekme kabiliyetini haiz tek ülkedir.
Burada karşımıza iki sorun çıkıyor. İlkin, Almanya savunma alanına fazla yatırım yapmadan, Avrupa güvenliğini ise Amerikalılara emanet ederek yüksek bir iktisadi refah düzeyini yakalamıştır. Şimdi Avrupa güvenliğine önderlik etmek için gereken iktisadi fedakarlığı yapmaya hazır gözükmemektedir. İkinci olarak, AB’nin diğer üyelerinin askeri bakımdan daha güçlenmiş ve iddialı bir Almanya’yı kabule hazır oldukları da açık değildir. Her ne kadar İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin üzerinden çok zaman geçmişse de, çoğu ülke askeri bakımdan daha güçlü bir Almanya imajına olumlu yaklaşmamaktadır. Başbakan Olaf Schulz’un Almanya’nın küresel bakışını değiştirmesi gereğini belirtmesi, “zeitwende” önermesi, şimdilik pek etkili olmuşa benzememektedir.
Şayet Avrupa tanımını AB üyesi olmayan ülkeleri de kapsayacak şekilde genişletecek olursak, Avrupa güvenliği farklı bir anlam kazanmaktadır. İlk olarak, Avrupa tanımını genişlettiğimizde, bu kavramsallaştırmaya önemli AB üyeleri yanında İngiltere, Norveç ve Türkiye gibi NATO üyesi diğer önemli Avrupa ülkelerini de eklemiş oluyoruz. Böylece Kıta’da askeri gücü ile temayüz eden iki ülke, yani İngiltere ve Türkiye de denkleme girmiş oluyor. Bu iki ülke coğrafi konumları itibariyle de önemli. İngiltere’nin denizleri denetlemedeki rolünü hatırlamadan Atlantik güvenliğinden söz etmek mümkün değildir. Aynı şekilde, Doğu Akdeniz’in ve Orta Doğu’nun güvenliğinden Türkiye’yi anmadan söz edemeyiz. Türkiye ve Norveç, Rus yayılmacılığını önlemek bakımından da önem arz ediyorlar.
Eğer ABD Avrupa’yı savunma taahhüdünü azaltacak olursa, Avrupa’nın güvenlik ihtiyaçlarına cevap vermesi için NATO’nun Avrupa koluna yönelmek karşımıza en akılcı yol olarak çıkmaktadır. AB’nin bunu başaracak güçten yoksun olması bir yana, coğrafyası da buna müsait değildir; üstelik şimdiye kadar güvenlik konularında sorumluluk üstlenebileceğine dönük bir irade de sergilememiştir.