Kuşak veya nesil, aynı yıllarda doğmuş, aşağı yukarı aynı yıllarda yetişkin olarak hayata atılan ve çocuk sahibi olan insan gruplarına verilen kolektif isim. Bu tür gruplandırmalar, kamuoyu eğilimlerinin belirlenmesine yönelik araştırmalarda araştırmacılara toplumsal değişiklikleri analiz etmeleri için bir çerçeve sağlar. Belli bir zaman dilimini karakterize eden farklı biçimlendirici deneyimlerin, söz konusu kuşak kendisinden önceki ve sonrakilerle kıyaslandığında, algı ve yaklaşım biçimlerini nasıl etkilediğini; yaşam döngüsü ve yaşlanma süreciyle etkileşerek insanların dünya görüşünü ne biçimde şekillendirdiğini anlamamıza yardımcı olur. Örneğin; 1920'lerdeki yüksek enflasyon sırasında yetişkinliğe ulaşan Almanlar enflasyon konusunda son derece hassas olmalarına yol açan bir deneyim sahibi oldular. Sonraki siyasi, ekonomik, bireysel tercihleri bu deneyimin dayattığı pencereden belirlendi. Ya da 1929 Buhranını yaşayan Amerikalılar borsaya yatırım yapmaktan kaçınma eğilimindeydiler. Onlar da bu eğilimle belirlenen ortak tercihlerde bulundular.
ABD merkezli PEW Araştırma Merkezi’nin sınıflandırması doğrultusunda, genel kabul gören yaklaşım “bir nesil” dendiğinde 15 ila 20 yıllık bir zaman diliminde doğmuş olanların kapsandığı. Bu bağlamda rüştünü en son ispat eden, çalışma yaşamına katılarak, oldukça âheste-rev (yavaştan alarak) de olsa çoluk çocuğa karışan kuşak Z Kuşağı. Dünyada 1997 ile 2012 arasında doğmuş, dolayısıyla Z Kuşağına mensup, 2 milyar insan yaşıyor. Türkiye’deyse bu grup 20,6 milyon kişiyle, dünya ortalamasıyla paralel olarak, nüfusun % 25’ine denk geliyor.
Bu kuşağın teması, hem kendilerinin hem de onlardan öncekilerin Z kuşağının geleceğine dair paylaştıkları endişe. “Z”ler, dijital okur yazarlık düzeylerinden bağımsız olarak, dijital dünyanın yerlileri. Yeni cesur dünyamızda bu bir avantaj gibi görünebilir. Ancak, geçim derdi tüm dünyada bu nesli vurmuş durumda. İşsizlik korkusu bacayı sarmış. Bu sebeple evlenmek, çocuk sahibi ve ev sahibi olmak gibi yaşamlarını dönüştürecek kararları erteliyorlar.
Kendilerinden önce gelen kuşaklara göre iş yaşamında adanmışlıkları, kimilerine göre dayanıklılıkları, düşük. “Z”ler uyku güçlüğü çekiyorlar. Ruh sağlıklarına dair hem sorunları diğer kuşaklara göre daha fazla hem de bu konudaki farkındalıkları daha yüksek. Buna ek olarak kitap okumaya ayırdıkları zaman oldukça düşük. Dolayısıyla dil hakimiyetleri sorunlu. Dikkatlerini odaklama zorluklarıysa oldukça yüksek. Bunlar tüm dünyada Z Kuşağının kimi ortak özellikler.
“Z”lerin elbette başkaca ortak özellikleri de mevcut. Bebek Patlaması (1946 - 1964), X (1965 – 1980) ve Y (1981 -1996) Kuşaklarına mensup yöneticiler, Z Kuşağı çalışanlarını sürekli işe geç kalmalarından, “her şeyi biliyor ve her güzelliği hak ediyor” olduklarına dair kendinden menkul kanaatlerine kadar çeşitli sebeplerle bir süredir eleştiriyorlardı. Ancak son dönemde sadece bu kuşaklara ait yöneticiler değil, Z Kuşağına mensup İnsan Kaynağı yöneticileri dahi Z Kuşağı çalışanlarının “birlikte çalışması en zor” grup olduğunu ifade ediyor. Bu kuşağın, eğitim hayatının en önemli safhalarını Kovid Salgını nedeniyle kaçırdığını; mezuniyet, örgün öğretim, arkadaşlık ilişkileri, staj ve ilk çalışma tecrübesi gibi aşamaları normal sosyalleşme koşullarında deneyimleme imkânı bulamadıklarını hesaba kattığımızda bu durumun aslında beklendik olduğu kabul edilebilir.
Buna mukabil, kısmen de aynı sebeplerle, Z Kuşağının önümüzdeki dönemin iş yeri kültürünü yeniden tanımlamak için de bir fırsatı bulunuyor. Örneğin, X Kuşağı açısından “başarı” için sebatla çalışarak özel yaşamdan taviz vermenin “beklenilen” davranış biçimi olduğu noktada “Z”giller iş – yaşam dengesini, çalıştıkları iş yerinin çevre ve iklim, hayvan hakları gibi alanlarda sosyal sorumluluk üstlenmesini, önceliklendiriyorlar. Örneğin; Z Kuşağına mensup İnsan Kaynağı yöneticileri mülakata aldıkları adayları “hobi ve ilgi alanları” üzerinden de değerlendiriyorlar. Diğer taraftan sıklıkla iş değiştiren, iş yeri aidiyeti düşük ve ofis dışından çalışmayı norm kabul eden Z Kuşağı çalışanlarıyla şirket kültürü yaşatmak ve geliştirmek, iş yeri sadakati oluşturmak şirketler açısından oldukça büyük bir meydan okuma. Üstelik bu meydan okumanın iki tarafı da keskin. Bir taraftan şirketler “yetenek” havuzunda “seçicilik” konumunu muhafaza etmek için oldukça rekabetçi koşullarla karşılaşacaklar. Bu onların potansiyel çalışanlar açısından çekiciliklerini arttırmak için hem yaratıcı hem de tatminkâr iş ortamları sunmaya zorlandıkları bir ortam demek. Diğer taraftan bu şartlarda istihdam ettikleri çalışanlarından azami düzeyde fayda sağlamak isterken, Z Kuşağının “kırılganlıklarına” takılacak biçimde çalışma şartlarını zorlayacakları beklenebilir. Bu durumun yarattığı gerilim iş barışı ve girişimlerin sürdürülebilirliği bakımından yönetilmesi şart bir tehdit olabilir.
Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi “Her ağacın kurdu kendi özünden olur”. Dünyada Z Kuşağının temel meseleleri arasında yer alan “iklim değişikliği” meselesi Türkiye’nin Z Kuşağı açısından ilk beş mesele arasında dahi değil. Terör ise bizim memleketin Z Kuşağının gündeminde, onları dünya çapında akranlarından ayıran bir gündem önceliği. “Finansal özgürlük” kavramıysa adeta Z Kuşağının kutsal çağrısı ve vaadi. Fakat, “bir aplikasyon yazdım hayatım değişti”, diyebilmenin sınırlarının olduğu da âşikâr.
Bu yılın 31 Mart’ında yapılan Türkiye yerel seçimlerinde 6 milyon 400 bin Z Kuşağı seçmen oy kullandı. Bu Türkiye’de seçmenin, şimdilik, % 13’ü Z Kuşağına mensup demek. 2023 yılında Prof. Dr. Ali Çağlar liderliğinde yapılan Türkiye Gençlik Araştırması’na göre % 63’ü tercih imkânı verilse, Türkiye'den başka bir ülkede yaşamayı hayal eden bu gençlerin sadece % 23,6’sı kendisini çok dindar olarak niteliyor. % 22,5’luk kısmı siyasette kendisini temsil eden bir aktör bulamayan bu gençler arasında Cumhur İttifakına oy verenler, kabaca, alternatiflerinin 5’te 1’i.
Önümüzdeki dönemde Türkiye’de ekonominin refahın ve siyasetin istikrarının yükü, Z Kuşağına mensup 20,6 milyon gencin sırtına yüklenecek. Çalışma Bakanlığına göre 3 olması gereken sigortalı çalışanların emeklilere oranının 1,5’un altına gerilemesi beklenen Türkiye’nin Fransa’nın kabaca 117 yılda tamamladığı yaşlanmayı tamamlamasına on – on beş sene kaldı. 15 yaş altı nüfusu toplamın % 24’ün altına gerilemiş, doğurganlığı 1,51’e inmiş bu ülkede milli eğitim müfredatı yaparken de; sokak hayvanlarına yönelik uygulamalarda da; ekonomi politikası oluştururken de; sanayinin rekabet gücünü belirlerken de; istihdam politikasında da; göçmen politikasında da bu gerçekliklere ve onları sırtında taşıyan kuşaklara göre tavır almak gerekir.
Aksi, ilgili sloganlar ne kadar kafiyeli, ve tribünden haykırılmaya ne kadar müsait, olursa olsun memleketin geleceğini karartıp o karanlığı mühürlemekten başka bir iş değildir. Üstelik o siyasetin iktidarı sürdürmeye yetmeyeceği de Mart ayının 31’inde anlaşılmış olmalı.