Onur Kesici
Değerli EKONOMİ okurları, yazımı oluştururken açıkçası başlık en önemli çıkış noktamdı. Malumlarınız siyasette, sporda ve hatta sanatta, açıkçası hayatın her alanında düşün dünyamızı etkileyen ve bizi belli hedeflere yönlendiren (Vizyon Oligarşisi) çoğu kez heyecanımızın hayallerimizin birer hüsrana dönüşmesinin sebebi oldu. Entelektüeller, kanaat önderleri, akademisyenler ve yeni teknolojilerin cazibesini anlatan bu oligarşi ve yönetişim, bizim gibi ülkemizin medyan yaşına sahip gençlerinin çoğu kez ‘’Ne oldu bize?’’ sorusunu sormasına neden oldu. Öyleyse konu sadece vizyon meselesi değil, belki de sadece bir istatistik meselesi. Uzak hayaller kurarken kendinin farkında olamama meselesi aslında felsefenin ilk sorunsalı Sokrates’in meşhur deyimiyle; “Kendini bil, kendini tanı.” belki de cevabımız budur. Ekonomist Daron Acemoğlu, İktidar ve Teknoloji adlı eserinde tam da bu konuyu anlatıyor. Ferdinand de Lesseps’in Süveyş Kanalı’nda gösterdiği başarı ve elde ettiği bu deneyimin onu Panama Kanalı fiyaskosuna götürme hikâyesi, yani farklı coğrafyalara aynı çözüm mantığı ve başarı vizyonunun tuzağına düşüşü belli ki hepimiz için kıymetli bir tecrübedir.
Üreterek nasıl dönüşürüz, nasıl gelişiriz?
Buradan varmak istediğim nokta hepimizin derdi ülkemiz. “Üreterek nasıl dönüşürüz? Nasıl gelişiriz” sorusu. Felsefenin ilk sorunsalıyla kendimizi tanımakla başlamak en doğrusu. Buradan hareketle “256 milyar dolar ihracat yapan 361 milyar dolar ithalat yapan ve yaklaşık 100 milyar dolar açık veren ekonomimiz üretim kabiliyetimizi nasıl arttırır, İthalatımızı nasıl düşürürüz?” ilk çıkış noktamız olmalıdır.
İstatistik kurumumuz ve çeşitli araştırma kuruluşlarımızın verilerine göre; ithalatımızın yüzde 75’i hammadde ve ara malı ithalatına dayanıyor. Yani kabaca 270 milyar dolarlık bir ithalatımızı bu yolla sağlıyoruz. Her hammaddeyi ülkede üretmek mümkün değil. Özellikle petrol ve sahip olmadığımız değerli yer altı mineralleri, lakin bunun dışında birçok ürün kalemi üretilebilir. Ülkemizin üretim modelini incelediğimizde, yarı mamulü alıp işleyip ihraç etme üzerine kurulu bir üretim modelidir. Yani yarı mamul geliyor, emek, yoğun işleniyor ve ihraç ediliyor burada bir birim katma değer oluşturuluyor. Örnekleyecek olursak; ülkemiz gömlek ihracatı kumaşın işlenerek gömlek olarak satılması. Aslında gömlek kabaca dört birim değerlik bir üründür. Bir gömlek aslında pamuk, pamuk ipliği, kumaş ve gömlek haline gelerek kabaca dört birim değer üretiyor. Yani prosesi pamuktan alırsak birinci değer çiftçinin ürettiği pamuk, ikinci değer pamuktan ipliğe geçiş, üçüncü değer iplikten kumaşa geçiş, dördüncü değer gömlek olarak ihraç edilirse toplam dört değerlik bir ihracat söz konusu olacaktır. Bu yöntemle yapılan ihracat katma değerli ihracat olarak sayılacaktır. Aynı mantıkla otomotiv, makine, kimya ve savunma sanayimiz düşünebilir. Yani cevherden paslanmaza, paslanmazdan nihai ürüne veya plastiğe… Yarı mamul ithalatıyla tek değer üretim güçlü bir sanayi hamlesinden bahsedemeyiz. MKE’nin ilk müdürü Metalurji ve Malzeme Mühendisi Selahattin Şanbaşoğlu’nun ifadesiyle “Sanayileşme büyük bir malzeme hareketidir. “Bu ifadeyi idrak edemeden bir anda en uç noktada üretim yapmayı hayal etmek, yazımızın başındaki ifademle vizyon tuzağıdır.
İhracatımız açısından durumu değerlendirirsek ülkemizin çok kıymetli bir yönüyle başlamak isterim. Ülkemiz ihracat ürünleri çeşitliliği açısından dünyanın en önemli altıncı ülkesi kapsamındadır. TEPAV’ın bu kıymetli araştırmasını istatistik kurumlarımızın verileri de doğrulamıştır. Ülkemizin 256 milyar dolarlık ihracatıyla dünyanın 29. ihracatçısı konumunda olması bizim için kabul edilemez bir veri olmasına karşın çeşitlilik, pazar ekonomisinin yanı başında oluşumuz, fırsatların çok yoğun bir alanda konumlandığımızın en bariz örneğidir. Bu kadar fazla çeşit ürün ihraç eden, üretimde çeşitliliğe sahip bir ekonomide Sayın Dr. Güven Sak Hoca’nın deyimiyle “Akıllı ihtisaslaşma nasıl yapılacaktır?” Hangi ürün gamında uygulanacak planlama o ülkenin ölçek ekonomisine sahip olmasını sağlayacaktır. Açıkçası yatırımı nereye yapacağımız, kaynaklarımızı nereye aktaracağımız sorusu çok önemli bir sorusudur. Bu soru hepimizin geleceği ülkemizin bağımsızlığının da en kıymetli anahtarıdır. Merkezimize sanayileşmeyi koyacaksak merkezde disiplin ve kaynak tahsisini bugünkü modelin yapışık ikizleri döviz-faiz ile değil, planlama ile yapacağız. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nı yeniden kamu kesimi içinde bir düşünce olarak operasyonel hale getirmemiz elzemdir. Akıllı ihtisaslaşma içerisinde kaynak yönetimi operasyonel akıl ve yeni sanayi havzaları, teknik ve mesleki eğitim doktrinleriyle örülü bütünleşik bir yapıyı içermelidir. Aslında akıllı ihtisaslaşmanın nerede başlaması gerektiğini veriler açıkça göstermektedir. Otomotiv, makine, ana metal işleme, kimya ve tarım sektörü bu ülkenin geleceğidir. Unutulmamalıdır ki vizyon tuzağının temel besleyicisi popülizmdir. Güzel söylemler ilgi çeker ama rasyonel olmayan her şey günün sonunda büyük bir hayal kırıklığına dönüşür.
Sonuç olarak;
Ülkemizin ve sanayimizin bu rasyonel politikaları uygulayıcılarına ve rasyonel politikalar uygulamasına destek olmasına her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Yazımızı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 yılında yaptığı şu konuşmayla bitirmek isterim;
“Tarih milletlerin yükselme ve alçalmalarına sebep ararken birçok siyasi, askeri, içtimai sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler, içtimai hadiseler üzerinde tesir yaparlar. Fakat, bir milletin doğrudan doğruya hayatiyetiyle, yükselişi ve alçalışıyla münasebetli olan milletin iktisadıdır. Tarih ve tecrübelerin tespit ettiği bu hakikat, bizim milli hayatımızda ve milli tarihimizde tamamen belirir. Gerçekten de Türk tarihi tetkik olunsa bütün yükseliş ve alçalış sebeplerinin iktisadi münasebetlerden başka bir şey olmadığı anlaşılır.”