COVID-19’un bitmesiyle sınırlar açıldı, Schengen ülkelerine vize çilesi başladı. Özellikle gençler için. Genç olmak, seyahat etmek, yeni yerler görmek, yeni tecrübeler edinmek demek. İnsan gençken hem beklentilerin daha düşük olması ve fiziksel olarak daha dinç olduğundan ucuza seyahat edebiliyor hem de gençken yapılan seyahatler hayatınızın kalanında etkili oluyor. Dünyada altmıştan fazla ülkenin gençleri Schengen bölgesine vizesiz seyahat edebiliyor. Eğer Türkiye’de gençseniz böyle bir şansınız yok.
Schengen vizesi peşinde koşan gençler Avrupa ülkelerinin temsilcisi muhataplarına sinirleniyor. Son yıllarda bu işler konsolosluklardan vize şirketlerine “outsource” edildi. Türkiye’de yeni yapılan nüfus müdürlükleriyle mukayese edince beşinci sınıf hamam şartlarında hizmet veren bu kuruluşlardan randevu almak da sonra vizenizi almak da bir dert. Birçok genç o kadar uğraşıp, bin bir belge toplayıp aldığı vizenin birkaç günlük olduğunu görünce bir daha hayal kırıklığına uğruyor.
Peki bu utanç verici durumun sorumlusu Avrupa ülkeleri mi? Hayır, bunun sorumlusu bizim devletimiz. Çünkü Avrupa devletlerinin Türk vatandaşlarına iyi hizmet vermek gibi bir sorumluluğu yok. Türk vatandaşlarının hayat kalitelerinin geliştirilmesi bizim devletimizin sorumluluğu. O nedenle tepki gösterilecek adresi doğru tespit etmek lazım. Çoğu kişi bilmez: 1979’dan önce, “umuma mahsus” pasaport sahibi Türk vatandaşları Avrupa Birliği ülkelerine vizesiz seyahat edebiliyordu. O dönemde devletimizin “anarşistlerin çoğunun Avrupa ülkelerine kaçması” kaygısı vize talebini doğurdu. Tabii sadece “umuma mahsus” pasaport sahiplerine. Yani normal vatandaşa. Kamu görevlilerinin kullandığı “hususi” (yeşil) pasaportlar vizeden muaf tutuldu.
Aradan yıllar geçti. Uçak biletleri ucuzladı. Gençler Instagram’dan Avrupa ülkelerine özenir hale geldi. Airbnb ile otele dünyanın parasını verme sorunu kalmadı. Ancak vize sorunu devam etti. Avrupa Birliği belirli standartları sağlayan ülkelere birer birer vizesiz seyahat imkânı vermeye başladı. 2015 yılında, kendisi de profesör olduğu için hayatı boyunca yeşil pasaport taşımız başbakanımız “Kayseri pazarlığı” ile vizesiz seyahat hakkını aldığını açıkladı. Güya Suriyelilerin Türkiye’de kalması karşılığında vizesiz seyahat imkanına kavuşacaktık. Ancak olmadı. Avrupa Birliği’nin vizesiz seyahat imkânı verdiği her ülkeye şart koştuğu yasal düzenlemeleri yapmadığımız için bu hakkı kullanamadık. Sığınmacılar burada kaldı.
Aradan 7 yıl geçti. Gittikçe Avrupa’ya vizesiz seyahat hedefinden uzaklaşıyoruz. Özellikle eskiden 250 bin dolar, bir haftadır 400 bin dolara ev alana vatandaşlık vererek, pasaportumuzun değerini azaltıyoruz. Şöyle bir mukayese yapalım: Türkiye’de ev alarak veya muhtelif yollarla ülkeye gelip evlilik vb. ile vatandaşlık alanların içinden birini seçseniz ve uluslararası terör örgütleri ile münasebet kurabilme ihtimalini hesaplasanız. Bir de Türkiye’nin genel nüfusundan bir kişi seçseniz ve aynı ihtimali hesaplasanız. Hangisinin terörizmle ilişkili olma ihtimali daha yüksektir? Bu soruyu cevaplamak için bilimsel araştırma yapmaya gerek yok. Çıplak gözle bakmak yeterli. Türk pasaportunun riski artıyor. Vizesiz seyahat olasılığı azalıyor.
Denebilir ki, Türkiye çok büyük ülke, o nedenle bize zaten vizesiz seyahat vermezler. 40 milyon nüfuslu Ukrayna 2017 yılında bu hakkı aldı. Türkiye Müslüman, o yüzden vermezler. Malezya da Müslüman ve vizesiz seyahat hakkı var. Demek ki bahane aramamak lazım. Biz önce üzerimize düşen reformları yapalım. Eğer bu reformlar Ukrayna veya Malezya için sorun teşkil etmemiş ama bizim için sorun teşkil edecekse, bunu da kamuoyunda tartışalım. Acaba milletimiz ne istiyor? Avrupa Birliği ile müzakere masasına oturan yeşil pasaportlu siyasi elitin mi yoksa hususi pasaportlu gençlerin mi derdine çözüm bulacağız? Hiçbir siyasi partinin programında Schengen bölgesine vizesiz seyahat vaadinin yer almaması, siyasi elitimizin gençlikten ne kadar kopuk olduğunu gösteriyor. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun.