Virüs sonrası toparlanma için altyapı yatırımları tartışılıyor. Burada değil tabii. Amerika’da. Ankara, daha hadisenin kendisini idrak edemedi. Nerede kaldı sonrasına hazırlık yapmak?
Amerikan Başkanı Biden’ın nasıl çalıştığını takip ediyor musunuz? Ne yapmak istediğini açıklıyor. Dikkat çekiyor. Pazarlık yapmaktan kaçınıyor. Yapılması gerekenleri tereddütsüz yapıyor. Konuşmuyor, yapıyor!
Önce 1,9 trilyon dolarlık virüsle mücadele kapsamında destek paketini uygulamaya koydu. Şimdi de 2 trilyon dolarlık “virüs sonrası toparlanma için altyapı yatırımları paketi”ni gündeme getirdi. Biz burada daha virüsle mücadele kapsamında gereken destekleri ortaya koyamadık, millet virüs sonrası toparlanmanın destek paketlerini açıklamaya başladı.
Orada virüsle mücadele için destek Amerikan milli gelirinin yüzde 27’si, burada yüzde 1,5’i bile değil diyordum. Şimdi bir de virüs sonrası toparlanmaya destek paketi çıktı. Bakın Kanal İstanbul bu iş için neden yetmez? Roosevelt’in Yeni Mutabakat (New Deal) döneminden, 1930’lardan kalma kazma küreğe dayalı kamu harcama programları bugünün gerektirdiği kamu harcama programlarının yanında pek zavallı kalır ve bir işe de yaramaz.
Şimdiden söylemiş olayım: Aklınızdan çıkarın!
Böylece virüs sonrası yeşil-dijital toparlanma için düşünebilmemizi sağlayacak bir çerçeve şekillenmeye başladı doğrusu. Altyapı yatırımları deyince aklımıza ne gelir? Yol, köprü, kanal benzeri inşaat projeleri değil mi? Biden planı, virüs sonrası toparlanma sürecinde yeşil-dijital dönüşümün altyapı yatırımları gereğinin nasıl daha geniş ölçekli olarak düşünülmesi gerektiğini ortaya koyuyor bana sorarsanız. Düşünmek için güzel bir çerçeve. Gelin kısaca birlikte bakalım. 1930’lardan bugüne “altyapı” kavramının nasıl değiştiğine dikkatinizi şimdiden çekmiş olayım.
Öncelikle iki trilyon dolarlık altyapı yatırımı, kamu harcamalarının bir yılda hızla yükselmesi anlamına gelmiyor. Bu anlamda, devleti büyütmekten söz etmiyor kimse. Plan, sekiz yıla yayılmış ve her yıl için Amerikan milli gelirinin yüzde biri tutarında bir kamu harcamaları programı öngörüyor. Nedir? Uzun vadeli bir perspektif gerekiyor virüs sonrası ekonomik toparlanma üzerine düşünürken. Bu ilk sonuç olsun isterseniz.
Paketin içinde yalnızca yol, köprü, havaalanı gibi inşaat projeleri yok. Altyapının o bölümünü yenilemek de önemli ama yeterli değil. Özellikle enerji verimliliğine odaklanmış, inşaat malzemeleri sektöründe dönüşümü de içeren farklı bir inşaat yapma süreci elbette gündemde ama tek konu bu değil. İnşaatın bile yeşil-dijital dönüşüme uyumlu olanını gerektiren bir sürecin içindeyiz.
Ama bir de yeşil-dijital dönüşümün kendi altyapı gerekleri de var. Ülkenin dijital altyapısının güçlendirilmesi, internetin hızının artırılması önemli. Virüs sonrası toparlanmanın en önemli sonuçlarından biri dijital dönüşüm. Şirketler iş süreçlerini te tek elden geçirirlerken, kamunun da dijital dönüşümün ana omurgasını yenilemesi ve güçlendirmesi gerekiyor. Bizim burada “yüksek ping başa bela” diye daha önce yazmıştım, ana omurgadaki temel problemimiz olan yavaş internet hızı meselesini.
Türkler, kamunun bu alandaki derin hareketsizliği nedeniyle, öyle anlaşılıyor ki, Elon Musk’ın Starlink projesi vasıtasıyla dijital dönüşüme intibak edecekler. Malum Starlink uyduları yerleştikten sonra dünyanın her tarafına ucuz ve hızlı internet imkânı sağlayacak. Dijital dönüşümün önünü kesmek imkânsız bir nevi. Ama Amerikan devleti kendi vatandaşları için şimdiden tedbir almaya yöneliyor. Benim bu yeni paketten anladıklarımdan biri de bu.
Ayrıca yeşil-dijital dönüşümün gerektirdiği becerileri işgücüne kazandırmak üzere tasarlanacak programlar da gündemde. Bu dönüşüm sürecinde, bazı meslekler ortadan kalkarken, daha fazla becerili çalışan gerektiren yeni meslekler de ortaya çıkacak. Bu beceri dönüşümünü destekleyecek kamu harcama programlarına olan ihtiyaç önümüzdeki dönemde artacak. Türkiye’de özellikle meslek liselerinde başlayan dönüşümü bu açıdan ivmelendirmek gerektiği ortada. Müfredatı değil, sınıf dinamiklerini değiştirecek bir atılıma ihtiyaç var; soru soran, çözüm bulan, düşünen meslek lisesi mezunları için.
Yeşil-dijital dönüşüm aynı zamanda yeni teknolojilerin bütün sektörlere uyarlanması anlamına gelecek. Derin teknolojilerin önünü açma gereğini yalnızca Avrupa’da değil, Amerika’da da görüyorlar. Gazetemiz yazarlarından Selin Arslanhan, geçenlerde, derin teknolojileri şöyle tanımlıyordu: “Derin teknolojiler, bilimsel araştırma ve teknolojilere dayanan, laboratuvardan beslenen, daha kompleks ve uzun Ar-Ge süreçleri ve araştırma altyapıları gerektiren teknolojiler.”
Bu çerçevede, temel bilimler alanındaki araştırma çalışmalarının önünü süratle açacak, kamu harcama programlarına da ihtiyaç var. Aynı Apollo programının yarattığı heyecan gibi… Dünün savunma bütçesi ile fonlanan projelerine benzer bir yeni ivmeye ihtiyaç var bugün yeşil-dijital dönüşümün önünü açmak için.
Virüs sonrası toparlanma için kamu yatırımları programlarının Amerika’daki adı “İstihdam Planı”. Neden? Temel amaç, Amerikan ekonomisinin rekabet gücünü artırmak ya da en azından korumak. Rekabet gücünüz ne kadar artarsa, büyüme ve istihdam konusunda daha iddialı konuşmak mümkün hale geliyor. Böyle bakarsanız, planın esas amacı, Amerikan ekonomisinin daha fazla istihdam yaratmasını sağlamak.
Türkiye söz konusu olduğunda da aynı yerdeyiz. Yeşil-dijital dönüşüm bizim dışımızda hızlanarak alan kazanıyor, hayata aktarılıyor. Yeşil-dijital dönüşüm sürecinin dışında kalmak demek, Türkiye gibi bir ülke için öncelikle, rekabet gücü kaybına uğramak demek. Yeni teknolojiler, tüm sektörleri hızla yeniden yapılandırırken bu sürecin dışında kalmak rekabet gücü kaybını baştan kabul etmek demek. Bu bir.
İkincisi, yeşil-dijital dönüşüm sürecinde tüm uluslararası fonlar sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde dağıtılacak. Termik santral projelerini finanse etmenin mümkün olmayacağı bir yeni ortamda, termik santral lisansı dağıtmaya çalışmak, doğrusu ya, pek akıllıca durmuyor. Ama bakın yapmaya devam ediyoruz.
Üçüncüsü, Türkiye ürettiğini ihraç ederek geçimini sağlıyor. İhracatımızın yüzde 60’ı G7 ülkelerine gidiyor. Bu ülkelerle ticaret, şimdi, ürettiğiniz malların karbon ayak izi ile yakından alakalı. “Ülke önemli değil, organize sanayi bölgelerine sağlanan elektriğin kaynaklarını yenilenebilir yapalım.” demek bile mümkün olmayacak. Ürettiğiniz ürünü, tüm değer zinciri boyunca karbon ayak izi açısından belgelemek gerekecek.
Yeni teknolojilerle mevcut sektörleri dönüştürmek ise maliyetli bir iş. Sabit sermaye yatırımları ile mevcut sektörleri yeniden yapılandırmak, işgücünü yeniden eğitmek, altyapıyı elden geçirmek gerekecek. Ortada çok boyutlu bir dönüşüm programı ve finansman gereği var.
Boşuna CDS risk primlerini hızla düşürmek gerekir demiyorum. Mevcut maliyetlerle Türkiye’nin bu dönüşüm sürecine istese bile katılabilmesi ve böyle bir dönüşüm programını uygulayabilmesi mümkün değil.
Ülkenin rekabet gücünü koruyabilmesi için atmamız gereken adımlar, bugün mantıklı ve makul bir ekonomi programına sahip olmamız gerektiğini söylüyor. Bugün için, değil mantıklı ve makul olması, bir ekonomik programımız yok esasen.
Hadise elbette Paris İklim Anlaşması’nı bir an önce onaylamakla yakından alakalı. Ama orada asla bitmiyor. Paris’i onaylamak, hadiseyi idrak ettiğimizi göstermek açısından bir başlangıç noktası. Asıl ondan sonra çok çalışmamız gerekiyor.
Doğrusu ben Biden’ın “İstihdam Planı”nı hadisenin çok boyutluluğunu ve ülkenin rekabet gücü ile alakasını göstermesi açısından önemli görüyorum. Altyapı meselesini nasıl düşünmemiz gerektiğini gösteren bir yol haritası gibi. Gözlerimizi açması dileğiyle sizlere de anlatayım istedim.
Dikkatinizi çekerim artık düne değil yarına odaklanmak gerekiyor. Düne ait bütün projeler artık çöp. Şimdi yeni şeyler düşünmemiz gerekiyor.