Dünya 2000’li yıllara bugünkinden çok farklı bir virüs paniğiyle girdi. 1999 yılı sona ererken K2Y adlı virüsün dünyadaki internet sistemlerini felce uğratarak bir kaos yaratmasını önlemek üzere dünyanın dört bir yanındaki yazılım uzmanları seferber edildi ve gerekli önlemler alındı. Sonunda korkulan olmadı ve 2000 yılına bir kaos yaşanmadan girildi. O günlerde özellikle Batı ülkelerinde, küreselleşmenin ve dijital devrimin heyecanıyla iyimser öngörüler yapılıyordu 21.yüzyıl için. Davos’ta dönemsel krizlerin yaşanmayacağı bir ‘yeni ekonomi’ çağına girilmekte olduğu tartışılıyor, yeni teknoloji şirketlerinin hisselerini içeren Nasdaq endeksi inanılmaz rekorlar kırıyordu.
Bütün bu gelişmeleri ilgiyle izlerken o günlerin ortamında yapılan 21.yüzyıl projeksiyonlarını pek de inandırıcı bulmadığımı Milliyet Gazetesi’ne yazdığım köşe yazılarında ve yayınlanan kitaplarımda belirtmiştim. Çok boyutlu bir değişimin ve dönüşümün yaşanmakta olduğu bir dünyada yüzyılın bütünü için iddialı öngörülerde bulunmanın gerçekçi olmadığını düşünüyordum.
Koronavirüs salgını nelere yol açtı?
Bugün bambaşka bir virüs paniği yaşanıyor dünyada ve bu kez bilgisayar sistemlerini değil doğrudan insanları hedef alan bir virüs salgınının nelere yol açabileceği, hayatı ve ekonomiyi nasıl etkileyeceği tartışılıyor. Sayıları her geçen gün artan komplo teorilerini bir kenara koyacak olursak, Batı dünyasında yapılan değerlendirmelerde birkaç noktanın öne çıktığını söyleyebiliriz.
Birincisi, hastane koridorlarında yaşanan dramlar, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülke diye tanımlanan Batı ülkelerinin sağlık altyapılarının bu krize her bakımdan hazırlıksız yakalanmış olduğunu gözler önüne serdi. İkincisi, başta Başkan Trump olmak üzere bazı önemli ülkelerin başında bulunan liderlerin, salgının gerçek boyutlarını kavramada çok geç kalmaları ve olayı kendi siyasi geleceklerini düşünerek manipüle etmek istemeleri krizin maliyetini artırdı. Hazırlıksız yakalanılan salgının önünü almak için insanları evlerinde tutmaktan başka çare olmadığının geç kabul edilmesi de salgının yayılmasını hızlandırdı ve can kaybının tırmanmasına yol açtı. Üçüncüsü, geç de olsa alınan önlemler sonucunda pek çok ülkede hayatın durma noktasına gelmesi dünya ekonomisinde benzeri görülmemiş bir şok yaşanmasına neden oldu. Küreselleşme sürecinin ortaya çıkarmış olduğu entegre ekonomik yapı bu şokun daha da ağırlaşmasına yol açtı. Bu durumdan nasıl çıkılacağı da bilinmiyor çünkü böyle bir durumla ilk kez karşılaşılıyor.
Şimdi her şey değişecek mi?
Şimdi virüs salgını sayesinde bu noktalara gelinmiş olması, bir süreden beri dünyanın gidişatının birçok bakımdan sürdürülemez olduğunu iddia edenlerin, yaşananlar karşısında duyduğu tarifsiz acıyı hafifletecek bir umuda kapılmasına yol açtı. “Böyle gelmiş ama böyle gitmez” diyenler, bütün bu yaşananlar sonrasında kendilerine hak verecek olanların çoğalacağını ve farklı bir anlayışın kabul görme şansının artacağını düşünmeye başladı. Yaşanan felaketten olumlu bir sonuç çıkabileceğini hayal etmek mümkündü hiç olmazsa. Yakından izlemeye değer bulduğum iktisatçılardan biri olan Dani Rodrik, Project Syndicate sitesinde yer alan son yazısında umutlanmak için erken olduğunu belirterek şimdi olabilecekleri şöyle sıralıyor.
• Neoliberalizmin yavaş ölümü sürecek
•Popülist otokratlar daha da otoriter olmaya çalışacak
•Ulus devletler güç kazanmaya çalışırken hiper-küreselleşme yandaşları savunmada kalacak
•Çin ve ABD çatışma rotasında ilerlemeye devam edecek
•Ulus devletler içinde oligarklar, otoriter popülistler ve liberal enternasyonalistler arasındaki savaş keskinleşecek
• Sol ise seçmenlerin çoğunluğunun destekleyeceği bir program oluşturma arayışını sürdürecek. Üzerinde düşünmeye değer bence.