Madrid NATO zirvesinde, İttifak’ın önümüzdeki on yıldaki küresel tehditlere karşı alacağı tutum karara bağlandı. NATO kendisini, Rusya’nın “bölgesel güç” statüsüne geçip, Çin’in asıl hasım olacağı döneme hazırlıyor. Sadece bildiğimiz askeri tehditlerle değil, siber ve uzaydan gelecek tehditlere, iklim krizi, buna bağlı kitlesel göçler ve terörle mücadeleye karşı önlemler alıyor.
Ancak Türkiye bunları değil, AK Parti hükümetinin – daha çok iç politik nedenlerle- Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine karşı açtığı veto kartını konuştu Madrid zirvesi çerçevesinde.
Sonuçta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha bir ay önce yaptığı “Ben başta olduğum sürece NATO’ya giremezler” çıkışı hala ortada dururken, Türkiye vetoyu kaldırdı.
ÖNCE BİDEN ARADI, ARDINDAN DÖRTLÜ TOPLANTI YAPILDI
Vetonun kaldırılma sürecinin ABD Başkanı Joe Biden’dan gelen bir telefonla başladığını söylemek herhalde yanlış olmaz. Tam da Erdoğan’ın Madrid’e hareketinden önce gelen telefonu Türkiye kamuoyu bizzat Cumhurbaşkanı’nın açıklamasıyla öğrendi. Erdoğan, Biden’la Madrid’le görüşme imkanı olabileceğini de aynı açıklamada ifade etti.
Madrid’e varışında Finlandiya Cumhurbaşkanı ve İsveç Başbakanı’yla, NATO Genel Sekreteri’nin de katıldığı dörtlü bir zirveye katıldı Erdoğan. Ve saatler süren zirve sonunda, İsveç, Finlandiya ve Türkiye’nin ortak bir mutabakat metninde anlaştıkları, Ankara’nın da vetoyu kaldırdığı açıklandı.
MUTABAKAT METNİNDE OLANLAR, OLMAYANLAR
AK Parti hükümeti ve Türkiye’deki hükümet yanlısı basın, uzlaşmaya varılan mutabakat metnini “zafer” olarak lanse ettiler kamuoyuna. Gerçekten öyle mi?
Şeytan ayrıntıda gizlidir, ki açıklanan mutabakatta da pek çok “şeytani ayrıntı” bulmak mümkün.
- AK Parti hükümeti İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine veto kartını açarken öncelikle PKK terör örgütü ve bunun Suriye uzantısı PYD-YPG’ye desteğin kesilmesini şart koşmuştu. Uzlaşma metninde İsveç ve Finlandiya PKK’yi “terör örgütü” olarak tanıdıklarını açık seçik ifade ettiler. Ancak PKK’nın zaten Avrupa Birliği’nin “terör örgütü listesinde” mevcut bulunması, Finlandiya ve İsveç’in de AB ülkeleri olarak bu listeyi halihazırda tanımış olmaları nedeniyle, burada yeni bir unsur yok.
- PYD-YPG konusunda ise ilk “şeytani ayrıntı” ortaya çıkıyor metinde. Başta Erdoğan olmak üzere, AK Parti yetkilileri son dönemde PKK ve PYD-YPG’nin birbirinin uzantısı olduğunu vurgulamak için “PKK-PYD” demeyi tercih ediyorlar .Oysa İsveç ve Finlandiya olan mutabakat metninde PKK ve PYD-YPG birbirinden ayrılmış durumda. PKK’yı “terör örgütü” olarak tanıyan iki ülke, PYD-YPG konusunda aynı tavrı takınmıyor. Sadece PYD-YPG’ye “destek verilmeyeceğini” söylemekle yetiniyorlar.
- FETÖ konusunda mutabakat metninde yer alan ifade ise daha da “şeytani”; İsveç ve Finlandiya FETÖ’yü de “terör örgütü” ilan etmemek için aynen şu ifadeyi kullanıyorlar metinde; “Türkiye’nin FETÖ olarak tanımladığı örgüt….”. Yani terörist olarak tanıdıklarına ilişkin herhangi bir taahhüt yok. Tıpkı PYD-YPG’de yaptıkları gibi, diplomatik ifadelerle işi karıştırarak, özellikle kaçınmışlar hem FETÖ’ye, hem de PYD-YPG’ye “terörist” demekten.
- Metindeki tek net kazanım ise, hem İsveç’in, hem de Finlandiya’nın Türkiye’ye yönelik uyguladıkları açık/örtülü silah ambargolarını kaldıracakları taahhüdünde bulunmuş olmaları.
- Tabi bir de ABD Başkanı Biden’ın “ilgisinin sonunda çekilebilmiş olması da”, iktidarın bakış açısıyla bir “artı” olarak yazılabilir haneye. Nitekim Biden da mutabakat metninin duyurulmasının hemen ardından bir tweet ile kutladı üç ülkeyi. Twitter paylaşımında kullanılan fotoğrafta Biden, Finlandiya Cumhurbaşkanı ve İsveç Başbakanı ile poz verirken, Erdoğan’ın ne adının, ne de kendisinin görünmemesi ise tesadüf müdür, bilinmez elbette.
Metnin açıklanmasından hemen sonra Finlandiya Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklama ise, mutabakatın daha ilk dakikalarından itibaren “kadük” olabileceğinin işareti gibi; Finlandiya cumhurbaşkanlığı, “Finlandiya doğal olarak kendi kanunlarına göre hareket etmeye devam edecektir” diyerek, metinde ne yazarsa yazsın, asıl olanın kendi yasal mevzuatı olduğunu kamuoyuna açıkladı. Zaten AK Parti hükümetinin itirazı da, teröristlere karşı çok müsamahalı bulduğu o yasal mevzuata değil miydi?
Dedik ya, şeytan ayrıntıda gizlidir.
İç politika malzemesi yapılan veto meselesi önümüzdeki birkaç gün “zafer” ya da “bastırdık aldık” diye yansıtılsa da, bu konuyla ilgili iktidar mensuplarının atacakları nutukların birkaç ay içinde önce “sözlerini tutmuyorlar”, ardından da “kandırıldık” şekline dönüşmesi büyük olasılık.
RUMLAR’A NATO YOLU AÇILIR MI?
İsveç ve Finlandiya’ya kullanılan veto üzerinden Türkiye’de iç kamuoyunda “milliyetçilik” dalgası yaratılırken, Madrid’deki bir başka gelişme tam tersi bir durum yarattı, ondan da bahsetmek gerek;
NATO üyesi olan Türkiye, Avrupa Birliği üyesi olan Kıbrıslı Rumlar’ı tanımıyor. Rumlar’ın “Ada’nın tek hakimiymişçesine” davranmasına da, NATO’ya katılmasına da karşı çıkıyor.
NATO üyesi olmak isteyen Rumlar ise, Ankara’nın vetosunu aşmak için her türlü fırsatı kullanıyor.
Madrid zirvesi de bu çekişmeye sahne oldu; Ama sonuç Rumlar’ın lehine gelişti.
Avrupa ülkeleri içinde Türkiye ile en iyi ilişkilere sahip olan İspanya, Madrid NATO zirvesine ev sahipliği yapmanın da getirdiği rahatlıkla, AK Parti hükümetine bir teklifte bulundu zirve öncesinde.
Teklif, Madrid’de NATO ile Avrupa Birliği ülke liderlerinin ortak bir toplantıda bir araya getirilmesi idi. Ankara’da kaşların kalktığını gören İspanyollar, AB içindeki ortakları Rumlar’ın önünü açmak için bir de formül uyduruverdiler;
NATO zirvesi akşam yemeğinde ev sahipliğini Kral yapacakken, Başbakan’ın evsahipliğinde bir akşam yemeğinde NATO ve AB liderlerini bir araya getirmeyi önerdiler.
Yani Kıbrıslı Rumlar’ın tarihlerinde ilk kez NATO üyeleriyle aynı zirve masasına oturtulmalarının adına “gayrı resmi yemek” deyiverdiler.
Bu yemeğin ardından Rumlar’ın NATO’ya üye yapılmaları için Ankara’ya sadece AB’den değil, ABD’den de ağır baskı gelmesini beklemek yanlış olmaz.
Bir yanda “milliyetçilik” rüzgarı yakalanmaya çalışılırken, Türkiye’nin en önemli milli davası, Kıbrıs’ta böylesine bir tavır iktidar açısından ne yaman çelişki !
İktidar mensupları her “beka” dediklerinde akla, “kimin bekası” sorusunun gelmesi boşuna değil….