Kısa bir toparlama yapmakta fayda var. İlk önemli nokta şu: Ülke içinde herhangi bir sektörde faaliyet gösteren şirketlerin verimlilik düzeyleri aynı değil. Daha önce ABD ve Çin için yapılan iki çalışmanın sonuçlarına yer vermiştim. Büyük farklılıklar gözlenebiliyor. Bu çerçevede, verimliliği iki boyutta ele almak gerekiyor. İlki, alanlarında en verimli olan şirketlerin verimliliklerini daha çok nasıl artırabilecekleri… En üst düzey verimliliğe (İngilizce tercüme kokmasına rağmen) ‘verimlilik sınırı’ diyeyim. Dolayısıyla, ilk mesele verimlilik sınırının nasıl ileriye itilebileceği –yükseltilebileceğine ilişkin... İkincisi ise faaliyet alanlarında verimlilik açısından geride kalan şirketlerin, o sektörde yüksek verimlilikle çalışan şirketlerin verimlilik düzeylerine nasıl yükseltilebilecekleri –verimlilik sınırına nasıl yaklaştırılabilecekleri.
Özellikle dünya ölçeğinde üst düzey verimliliğe sahip olan işletmelerin verimlilik sınırının daha ileriye çekilmesi, büyük ölçüde araştırma ve geliştirme faaliyetleri ile ilgili. Önceki yazılarımda bunun üzerinde fazla durmadım. Sonuçta ‘eğitim şart’ türünden ‘araştırma ve geliştirme faaliyetlerini artırmalıyız’ mealinde bir önerme içi boş bir önerme oluyor. İçini biraz olsun doldurmak için, teşvik sisteminin bu açıdan nasıl kullanılabileceği, devletin yüksek teknolojili ürün sipariş edip üretilecek ürün için vereceği satın alma garantileri ve üniversitelerle yapılabilecek işbirlikleri üzerinde durmak gerekiyor.
Öte yandan, verimlilik sınırında olmayan işletmeleri verimlilik sınırına yaklaştırmakla da ülkedeki ortalama verimlilik düzeyini belirgin biçimde yükseltmek mümkün. Ağırlıklı olarak bu konu üzerinde durdum. Bu açıdan, endüstri ve makine mühendisleri ile işletme eğitimi almış uzmanların önemli katkıları olabilir. Dünyada bunun örnekleri var. Türkiye’de de son zamanlarda ‘model fabrika’ uygulamaları yapılıyor.
‘Model fabrika’ kavramını ilk duyduğumda “nasıl yani, binlerce çeşit ürün üreten üstelik çok farklı sektörlerde çok farklı tiplerde fabrikalar var; bunun modeli mi olur” diye düşünmüştüm. Oysa asıl kastedilen, ‘model fabrika’ adlı yerlerde konunun uzmanı eğitmenlerce verimliliği artırıcı yöntemlerin öğretilmesi, daha sonra da eğitime katılanların işletmelerine gidilerek, eğitimi alanlar ve verenlerle birlikte öğretilenlerin uygulanmasaymış. Uygulamaya ilk başlayanlardan Ankara Sanayi Odası’nın internet sayfasında yararlanan işletmelerde elde edilen çok olumlu sonuçlara dair bilgi var; paylaşmıştım.
Bu yöntemler somut yöntemler, ‘eğitim şart’ türünden değiller. İkinci önemli nokta burada ortaya çıkıyor. Uygulamada işin özünü kaçırmamak gerekiyor. Şu ya da bu organize sanayi bölgesinde model fabrika kurulmasının, yeterli eğitmen yoksa bir anlamı yok. Dostlar alışverişte görsün tarzından binalar vermeyecek eğitimleri. Bu durumda, verimsiz işletmeleri verimlilik sınırına çekebilmenin önündeki temel engel ortaya çıkıyor: Bu konularda ehil, yeterli sayıda uzmana sahip olmak gerekiyor. Her endüstri ya da makine mühendisinin böyle bir uzmanlığı yok. O zaman burada devlete önemli bir rol düşüyor. Geleceğin verimlilik eğitmenlerini yetiştirecek programları üniversitelerle istişare ederek açmak.
Bakın, yakında 2025 yılı için asgari ücreti belirleme toplantıları başlayacak. Bırakın açlık sınırını aşan asgari ücreti, yoksulluk sınırının oldukça üzerinde asgari ücret verebilmenin temel yolu büyük ölçüde verimliliği yükseltmek işinden geçiyor. Siyasi partiler ‘derin’ işlerinin yanı sıra bir de bu konuya eğilseler, uygulanabilir politikalar üretecek takımlar kursalar. Neyse, bu kadar ‘Polyannacılık’ yeter.