Verimlilik yazıları (2)

Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU

Salı günü yayınlanan bu serinin ilk yazısında çuvaldızı kendime batırmıştım: “Bu arada bu yazıyı yazmak için onca kaynağı karıştırdım ama aklıma hiç yapay zekâya sormak gelmedi. İyi mi? Bu da öğretim üyesi bir köşe yazarın verimliliği! Bu dizinin ikinci yazısında (ne zamansa) ondan da yaralanarak bu ayıbı örtmeye çalışayım.”

Keşke söz vermeseymişim. Tanımlar, ilgili makaleler, işletmelerde verimlilik artırmaya yönelik vaka analizlerinden örnekler, dünyada iyi bilinen verimlilik merkezleri falan derken, yapay zekâya beşinci sorum Türkiye’deki verimlik merkezleri oldu. İlettiği listeyi kontrol etmek için internete girdim. Mesela Bilkent Üniversitesi’nde VERİM adlı bir merkezden söz ediyor. Google’a sordum; yok. Bilkent Üniversitesi sitesinde dolaştım; bulamadım. Verimliliğimi artıracağına bana bayağı bir vakit kaybettirdi ChatGPT hazretleri. Ya attı –ki olabiliyormuş, ya da o merkezi bulabilmek için benim internette biraz daha dolaşmam veya en iyisi birkaç arkadaşa telefon etmem gerekiyordu; kabahat benim, henüz yapmadım.

Neyse. Verimlilik üzerine ahkâm keserken asıl amacım verimliliğin nasıl ölçüleceği değil. Bir üretim tesisinde bu amaçla neler yapılabileceği, sözgelimi tanınan tolerans aralığı içinde imal edilmeyen parçaların hurdaya gitmesinin imalat ve malzeme mühendisliği teknikleri ile nasıl önleneceği de değil. Küçük ve orta ölçekli işletmelere verimliliklerini artırmak için nasıl destek sağlanabileceği ile ilgiliyim. Endüstri ve makine mühendisi ağırlıklı bir grubun seçilmiş işletmelerde gözlem yaparak orada çalışanlarla birlikte sorunu saptayıp çözüm üretmelerinin nasıl sağlanabileceği. Bu konuda uluslararası örnekler var. Devlet desteği ne olabilir? Devlet, Türkiye’nin önemli sanayi bölgelerinde bu tür çalışma grupları kurabilir mi? Genel geçer teşvikler yerine bu konuya mı ağırlık verilse? Bütçeye getireceği yük açısından yapılabilir bir iş midir? 

Bu soruların hepsini yanıtlamam mümkün değil. Ama fırsat buldukça ele almak istiyorum. Üstelik bazı uygulamalar olduğunu da biliyorum. Mesela Ankara Sanayi Odasına Türkiye Ekonomi Kurumu yönetimi adına pandemiden hemen önce yaptığımız ziyarette zamanın Oda Başkanı anlatmıştı benzer bir uygulamayı. Yapay zekâ, bu uygulamanın Ağustos-Aralık 2019 arasında gerçekleştirildiğini ve katılan şirketlerin verimlilik düzeylerinin yüzde 52-76 arasında yükseldiğini söylüyor.  Onun verdiği rakamlar yüksek gelebilir. Ama değil. Sözünü ettiğim toplantıda uygulamadan yararlanan işyeri sahipleri de vardı. Çok yüksek üretim artışları gerçekleştiğini vurgulamışlardı. Sanayi Bakanlığının ve KOSGEB’in de uygulamaları olabilir. Ama verimlilik sorunu duruyor; mevcut uygulamalar yetersiz kalabilir, küresel iyi örneklerin uzağında kalıyor olabilirler, bu kurumların kaynak sorunu olabilir ve benzerleri. Biraz araştırmak gerekiyor.

“Nereden çıktı bu iş; üzerine vazife mi” derseniz, tetikleyici unsurlardan birinin ‘rekabetçi kur’ söyleminin bizi bugün getirdiği nokta olduğunu belirtebilirim. Tek o değil elbette ama önemli bir unsur. Rekabetçi kurdan kastedilen yüksek kur. Evet, kurun düzeyi ihracat açısından önemli, ama asıl mesele verimliliği artırabilmek, onun ötesinde de yeni teknolojilere yelken açabilmek. Trump’un X mesajlarının ekonomimizi krize sokmasının temel nedeni dış borca mahkûm bir ülke olmamız. İşsizliği yükseltmeyecek bir büyüme için bile önemli düzeyde cari açık veriyoruz; dışarıdan borçlanmak zorundayız. O krizin bir travma etkisi yarattığını düşünüyorum. Ondan sonradır ki rekabetçi kur söylemi arttı. Bir örnek: 2020-22 Orta Vadeli Program (Bölüm 1.1): “… Rekabetçi kur ve artan turizm gelirlerinin de desteğiyle cari işlemler dengesinde Cumhuriyet tarihinin en iyi en iyi seviyelerine ulaşılmıştır.” Haziran 2023’e kadar olan dönemde Para Politikası Kurulu kararlarında bile cari işlemler açığı ön plana çıkarıldı. Ama sorunun temeline inilemeyince –ki zor, kolay yollara sapılıyor: İndir faizi artır kuru. İpin ucu kaçınca içinde bulunduğumuz duruma düşüyoruz.

Tüm yazılarını göster