Vergi: Yağmur değil, sel baskını

Ahmet Kasım HAN KAVANOZUN DİBİ

Ekonomide el mecbur gerçekleştirilen “rasyonaliteye dönüş”ün ardından üç ay geçtikten sonra, 7 Eylül 2023’te, duyurulan Orta Vadeli Program (OVP), 2024’ten başlayarak, üç yıl için dört temel hedef ortaya koymuştu. Bunlar: "Afet yaralarının sarılması; enflasyonun tek haneye düşürülmesi; yatırım, istihdam, üretim ve ihracat perspektifinde büyüme ve istihdamın devam ettirilmesi; sosyal adalet ve refahının güçlendirilmesi" olarak açıklandı. Sonrasında 31 Mart 2024 yerel seçimlerine kadar “rasyonalimsi” bir dönem geçirdik. Bu dönemde faizler, gereken tempoda ve ölçekte olmasa da arttırıldı. Finansal baskılamadan “sadeleştirme” adı altında bir ölçüde vazgeçildi. Fakat ortada Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşekin kredibilitesinin sağladığı nefes alma alanına ek olacak fazladan dişe dokunur bir yaklaşım yoktu.

Bugün ortada hala, hukuk başta, yapısal reformlar namına pek bir şey yok. Seçim sonrası dönemde dişe dokunur tek başlık 13 Mayıs’ta açıklanan “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi”; o da içerikten ziyade başlık olarak ilginç, mazruf değil zarf anlayacağımız. Bu şartlarda dezenflasyonist ortama geçmek noktasında elimizde daha ziyade parasal tarafa yüklenen, mali kısmı genel olarak zayıf, kamu maliyesi noktasındaysa “ampute”, tek bacak üzerinde seken bir çerçeve var. Bayram dönemindeyse, iddialara bakılırsa iktidar içi itişmeler sebebiyle, çoktandır beklenen vergi paketinin detaylarından haberimiz oldu. Bu paketle hedeflenenin GSYİH’nin % 0,7’sine denk gelecek şekilde 226 milyar liralık ek gelir olduğu ifade ediliyor.

Ülkenin, 2018’de başlayan, 2021 Eylül’ündeyse dilerseniz adına “nas” dilerseniz “heterodoksi” deyin, neticede ne pahasına olursa olsun büyümeye, aslında genleşmeye, seçim kazanmaya, odaklı ve tüm maliyetleri bu amaca tâbî kabul eden ekonomik maceracılıkla şâhikasına eren yaklaşımla çıkacağı yer belliydi. Önce enflasyon, sonra fakirlik, ardından vergi, müteâkiben iflaslar ve işsizlik ve sonunda da sermaye hareketliliği kısıtlaması zarureti beklenmesi gereken sonuçlardı. Bunlar olmadan bu süreçten çıkılması için doğruların tavizsiz ve bütüncül olarak hayata geçirilmesi şart. Yeni “Vergi Paketi” hem kendisinden önce ülkeye yaşatılan sürecin bir sonucu hem de buradan çıkılması için gerekli adımların zaruri bir bileşeni olarak ortaya çıkıyor. O halde soru şu: Şu ana kadar muttali olduğumuz haliyle bu vergi paketi o işe yarar mı?

Öncelikle şu tespiti yapmakta fayda var. İktidarın ekonomi yaklaşımı enflasyonu yüksek tutmayı büyümenin ve istihdamın korunmasının; kurları düşük tutmayı da % 50 ile rekor düzeye varan geçişkenliği hesap ederek enflasyonun kontrolünün ve başka koşullarda ödenemeyecek olan kredi borçlarının tasfiyesinin yöntemi olarak gören bir anlayışı yansıtıyor. Kurların seviyesi dünyanın tüm ekonomileri için elbette önemlidir ama bizde daha da önemlidir.Yetmiş sente muhtacız” sözü kafasına kazınmış; dövizin eninde sonunda parayı korumanın, hatta yatırımın, bir aracı olduğuna imanlı; yastık altında likit varlık tutmayı seven ve bunun için de yabancı paraya ve altına iman etmiş; hatta bunu faizden kaçınmanın bir yolu olarak da gören ve en önemlisi sürekli olarak tasarrufu yetmeyen ve cari açık veren bir milletiz neticede. Tam da bu ortamda, milli paraya ve piyasa mekanizmasına güveni sıfırlayan; böylelikle milleti kendi parasıyla tasarruf etmekten caydıran, caymayanı cezalandıran; ekonomik beklentileri, en başta da fiyatlama davranışını, altüst eden ve böylelikle ülkeyi pahalı dış kaynağa muhtaç ve mahkûm eyleyen; sonunda da bu siyaseti “ekonomik kurtuluş savaşı” olarak niteleyen bir politikanın “son tur son şans” aşamasındayız.

Vergi meselesi söz konusu olduğunda dünyanın her tarafında iktidar siyaseti adaletten; etkili ve verimli vergilendirmeden bahseder. Biz de istisna değiliz. Vergi devlet eliyle üretilen kamusal faydanın topluma maliyetidir. Öte yandan sermaye ve emek bakımından devlet eliyle yapılan bir yeniden bölüşüm işlevi görür. Normal koşullarda vergileri artırmak “mecburcu” olmadıkça siyasetin tercih edeceği, popüler bir iş değildir. Nitekim, Mart ayı başında, hemen yerel seçimler öncesi ne demişti Sayın Şimşek: “[V]atandaşımıza da piyasalara da sürpriz yapmayacağız… KDV genel artışı olmayacak, kurumlar vergisi genel artışı olmayacak, gelir vergisi oranlarında genel bir artış olmayacak…Bütçe disiplinini sağlayacağız.” O açıklamada Sayın Bakan şunu da söylemişti: “Enflasyonu yükseltecek adım atmayacağız.” Başta aktardıklarımla birlikte bu son cümle örtük biçimde de olsa kabaca: karşılıksız para basmayacağız; ücretlilere enflasyonla mütenâsip zam yapmayacağız; kuru arttırmayacağız; kapsamlı ve ağır vergi salmayacağız, demekti.

Ücretler ve kur bildiğiniz gibi. Diğer taraftan, dolaşımdaki banknotların gıcırlığına yada altındaki başkan imzalarına, bakarsak yeni para basıldığı açık. Üstelik alenen ihtiyaç olduğu açıkken, çoktan bozulmuş algıyı kurtaramayacağına göre beyhude biçimde algı oluşturmak amacıyla olsa gerek beş yüz ve bin TL’lik kupür basılmadığından bu hal iyice dikkat çekici. Bu arada yüksek değerlerde yapılmayan aşağıda yapılıp beş lira madeni bozuk para seviyesine indirgendi bile. “Hatıra” olsun diye de 100 milyon adet basmış olduğumuz bu “anı parası”nı bir de tedavüle soktuk, iyi mi…!? Zaten bankalar da beş ve on liralık banknotları tedavülden kaldırdı! ATM’lerde artık bu paralar yok. Şimdi de artmayacak denilen vergilerin, yağmur değil, sel baskını halinde taslaklaştırıldığını öğrendik. Peki o günden bugüne ne oldu da böyle oldu?

Olan aslında basit. Dedim ya dezenflasyon programımız aksak, tek bacaklı. Mali tarafta, özellikle de kamu maliyesi tarafında, yapılması gerekenler yapılmıyor. Yapısal reform namına bir senedir gerçekleştirilen neredeyse hiçbir şey yok. Allah baz etkisinden razı olsun, o olmasa enflasyonun düşeceği yok. Finansal piyasalar iyi gidiyor gibi. Ama onu da “vurkaçcarry tradeciye borçluyuz. Taşıma su ile değirmen, şimdilik kaydıyla, dönüyor. Ama hepsinden önemlisi kamunun tasarruf etmeye niyetinin de, son yerel seçimden sonra yerinin de olmaması görüntüsü. Vergi, diğer gerekli hiçbir şeyi yapmadan nâmütenâhî harcamanın bu arada da talebe kıran getirmek suretiyle enflasyonu düşürmenin ucuz yolu. Ne zamana kadar? Öyle görünüyor ki gittiği yere kadar. Fakat bu defa menzil o kadar uzun değil gibi.

Bu arada; elbette “yapısal reform” veya “bağımsız kurumlar” derken ezoterik şeylerden bahsetmiyoruz. Bağımsız kurumlar iyi yönetişim, yönetimde şeffaflık, hesap verebilirlik, denge denetleme mekanizmaları demek. Hukuk da bu mekanizmaların adil, tam ve tarafsız işleyeceğinin garantisi. Bunlar vatandaşın menfaatine olan uygulamalar. Siyasetin bunlara karşı çıkmak için bir sebebi bulunmuyor. Ne bağımsız kurumlar “vesayet” demek, ne yapısal reformlar siyasetin, siyasetçinin “alanının kısıtlanması” anlamına gelir. Kısacası keyfilik” peşinde değilseniz bunların hiçbiri sizin için sorun olmamalı. Tamam davul başkasının sırtında tokmak berikinin elinde olmasın da, iftar, sahur dinlemeden ahâliyi davul sesine zıplatma serbestiyeti diye bir şey de olamaz. Halihazırda bunun sonuçlarının ne olduğunu da yaşıyoruz zaten. Dolayısıyla bunları savunurken kamunun hakkının savunulmasından, sahip çıkılmasından başka bir dert sahibi değiliz.

Sözü uzatmadan, ve neden sonuç ilişkilerini bir sonraki yazıya bırakarak, mezkûr (sözü edilen, yukarıda anılan, zikrolunan) haliyle “sız(dırıl)an” pakette yer alan uygulamaların olası iki neticesinin ne olacağından endişelendiğimi söyleyeyim: geniş kitleler açısından artan fakirlik ve işsizlik; ekonominin geneli içinse enflasyon ve durgunluk, yani ciddi bir stagflasyon riski. İşi bilmek ve öngörmek olan bir âdem olarak, yanılmayı tüm kalbimle dilediğimi de ifade edeyim…

Tüm yazılarını göster