Geçtiğimiz hafta TCMB para kurulu toplantısında faizleri sabit tutma kararı verdi. Karar metninde dile getirilen riskler Merkez Bankası’nın piyasalar ile benzer kaygıları taşıdığını gösteriyor. Merkez Bankası iç talepte direncin sürdüğüne, hizmet enflasyonundaki yüksek seyir ve katılığın devam ettiğine, enflasyon beklentilerinin tam kırılmadığına, jeopolitik risklere ve gıda fiyatlarının enflasyonist baskıları canlı tuttuğuna işaret ediyor. Tamamına katılıyoruz.
TCMB mevcut risk algısıyla faiz arttırabilirdi
Merkez Bankası bu riskleri vurguladıktan sonra bir faiz artırım kararına gittiğini duyursa kimse şaşırmazdı. Fakat, Merkez Bankası aynı metnin altında, para politikasının etkilerinin gecikmeli geldiğine işaret ederek biraz daha beklemeyi tercih ettiğini ilan etti. Bununla birlikte, bu riskler ağır basar ve enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma olursa faiz artırımında tereddüt etmeyeceğini de net bir şekilde ifade etti.
Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelede önceliğinin neler olduğunu da çok iyi biliyoruz. Bunlar, yurtiçi talepte dengelenme, Türk Lirası’nda reel değerlendirme ve enflasyon beklentilerinde düzelme şeklinde toplantı sonrası duyurularda bir süredir yer alıyor. Faiz artışlarının iç talebi azaltarak dengelenmeyi sağlaması bekleniyor. Muhtemelen ağırlıklı olarak likidite yöntemleriyle faizlerin tasarrufu teşvik edecek kadar cazip olması amaçlanıyor. Özellikle mevduat faizlerinin tasarrufları ne kadar teşvik edeceği enflasyon beklentileri ile de son derece alakalı bir konu. Mevcut durumda %70‘lerin üzerine çıkmaya aday bir enflasyonumuz var. Profesyonel piyasa katılımcılarının 12 aylık enflasyon beklentileri %35-40 bandında görünüyor. %50’ler civarında seyreden basit mevduat faizlerinin pozitif bir reel getiri sağladığı söylenebilir. Bununla birlikte, enflasyon beklentileri profesyonel piyasa katılımcılarının ortalama tahminlerini yansıtıyor.
Vatandaş enflasyonu ne bekliyor?
Bu sorunun yanıtını tam bilemiyoruz ama bugün hissedilen resmi rakamlarla %100’lere yakın olan hizmet enflasyonuna daha yakın görünüyor. Dolayısıyla, enflasyon beklentileri vatandaş için de gerilese bile, örneğin 12 aylık enflasyon beklentilerinin %50 ve üzerinde olduğu bir durumda, mevcut faizlerin tasarruf eğilimini arttırmada yeterince güçlü bir motivasyon sağlayamama riski bulunuyor. Yılsonu enflasyon beklentisi profesyonel katılımcılar tarafında da %45’ler civarında. İzleyebildiğimiz kadarıyla son birkaç günde bankaların özellikle düşük mevduatlara ödediği faizlerde gerilemeler var. %50’nin altına inen oranlar teklif ediliyor. Bu durumda yılsonu enflasyon beklentilerine göre reel faiz sıfıra yaklaşmış oluyor. İç talepte enflasyonu bastıracak kadar bir baskılama görmek istiyorsak, reel faiz konusunda çok daha net bir tablonun vatandaşın enflasyon beklentileri konusunda da oluşması gerekiyor. Bunu ölçebilmek büyük önem taşıyacak.
Enflasyonla mücadelede ne denli katı ve önden giden bir yaklaşım içinde olunması gerektiğini bugün ABD Merkez Bankası Fed’in duruşunda görebiliriz. Fed’in mevcut politika faizi % 5.25 - 5,50 bandında. Mevcut TÜFE %3,5. Konut, enerji ve gıda gibi sektörler hariç geniş kapsamlı çekirdek enflasyon göstergeleri %2.5’lar seviyesinde bulunuyor. Manşet TÜFE beklentisi %3’ler civarında seyrediyor. Hangi açıdan bakarsak bakalım, gerek mevcut enflasyon, gerek beklenen enflasyon rakamlarına göre ABD’de çok ciddi ve yüksek bir reel faiz uygulanıyor. %2 enflasyon hedefi olan Fed’in enflasyon %3’lerde, politika faizi %5 üzerinde, rahatlıkla indirime gidebilirim diyemediğini izliyoruz.
Servet etkisi talebi yavaşlatmayı zorlaştırıyor
Çok yüksek bir enflasyona sahip olduğumuzu dikkate alacak olursak, para politikasının sıkılığı konusunda daha önden giden ve daha güçlü adımlara ihtiyaç olabileceğini düşünüyoruz. Ülkemizde talebi yaratan unsur sadece gelir akışı değil. Özellikle son iki yılda yaşadığımız yüksek enflasyon ortamında konut başta olmak üzere varlık fiyatlarında ortaya çıkan yüksek oranlı artışlar ciddi bir servet etkisi yarattı. Toplumun küçük bir kesiminde dahi olsa, burada oluşan servet etkisi, enflasyon beklentileri canlı kaldığı müddetçe ve tasarruf araçları yeterince cazip olamadığı sürece talebin dengelenmesi önünde engel oluşturmaya devam etme riski oluşturuyor.
TL’deki reel değerlenme arz yönlü riskleri arttırabilir
TCMB’nin enflasyonla mücadelede önceliklendirdiği Türk lirasında reel değerlendirme ise önümüzdeki dönemde tartışmalı bir unsur olmaya devam edecektir. Ülkemizin çok pahalı olduğu ve birçok sektörde rekabet gücünde zorlandığımız bir gerçek. Kur artışının mevcut talep koşullarında enflasyon yaratma riski de güçlü duruyor. Bu açıdan baktığımızda, önce talebi sert bir şekilde geriletmek, arkasından Türk Lirası’nı rekabetçi olacak şekilde yönetmeye çalışmak ekonominin dengelenmesi açısından büyük önem taşıyacak. Burada iki noktanın altını çizmek istiyoruz. Birincisi, ihracatın ana belirleyeni döviz kurları değildir. Bununla birlikte, yaşadığımız enflasyon nedeniyle küresel ekonomide çok pahalı olmak bize ne rekabet gücü sağlar ne de yüksek katma değerli ürünlere geçiş için bir olanak tanır. Katma değerli ürünlerin payını arttırmak zaten orta ve uzun vadeye yayılacak bir değişimdir ve mutlaka başarılması gerekmektedir. Kısa vadede fiyat nedeniyle zorlanacak sektörlerimizin ve firmalarımızın ayakta duramaması, arzı kısıtlayarak enflasyonla mücadeleyi çok daha zorlayacak riskler doğurabilir.
Sonuç olarak, hızlı olmak, enflasyonla mücadelenin ana unsuru olan talebi bir an önce düşürmek, döviz kurlarını iyi yönetebilmek ve toplumun genelinde enflasyon beklentilerini düşürebilmek önümüzdeki süreçte son derece önemli olacak.
***
Bu yazıyı ilettikten sonra Koç Üniversitesi - Konda işbirliği ile ilk kez açıklanan Hanehalkı Enflasyon Beklenti Anketi’nin yayınlandığını öğrendim. Enflasyon beklentileri tahminlerimize yakın çıkmış. Çok değerli bir veriye kavuşmuş olduk. Katkısı bulunanları tebrik ediyorum.