Son yıllarda Avrupa’da bir demokratik yenilik var. Ne diyorlar “inovasyon” ama bu sosyal bir inovasyon, adı da “ Vatandaş Kurulları” (Citizen Assemblies). Bu kurullar, toplumun farklı kesimlerinden rastgele seçilen vatandaşların, karmaşık toplumsal meseleleri tartışıp çözüm önerileri sunduğu kurullar. Peki bu fikir nereden çıktı ve bizim için neden önemli?
Vatandaş kurulları fikri, mevcut demokrasilerin karşılaştığı temsil krizi nedeniyle doğdu. İrlanda’nın kürtaj yasasını değiştirmesinden, Fransa’nın iklim politikalarını şekillendirmesine kadar pek çok örneği var. Vatandaş kurullarının temelinde yatan fikir basit ama güçlü: Sıradan vatandaşlar, yeterli bilgi ve tartışma ortamı sağlandığında, karmaşık sorunlara akılcı çözümler üretebilir. Üstelik bu süreç, katılımcıların birbirlerini dinlemesini, farklı görüşleri anlamasını ve ortak zemin bulmasını sağlıyor.
Avrupa Birliği de bu akımı yakalamış durumda. 2021-2022 yıllarında düzenlenen “Avrupa’nın Geleceği Konferansı” kapsamında, 27 üye ülkeden rastgele seçilen 200 vatandaşın katıldığı paneller organize edildi. Bu girişim sayesinde, sıradan AB vatandaşları sesini doğrudan duyurma fırsatı yakaladı. Bu panellerde, iklim değişikliğinden dijital dönüşüme, göç politikalarından sağlık sistemlerine kadar pek çok konuda tartışmalar yapıldı. Vatandaşlar, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve diğer üst düzey AB yetkilileriyle doğrudan görüşme imkanı elde etti. Örneğin, Yunanistan’dan bir balıkçı, Akdeniz’deki kirlilik sorununu bizzat Çevre Komiseri’ne anlattı. Paneller sonucunda, yeşil enerji yatırımlarının artırılması, dijital okuryazarlık programlarının yaygınlaştırılması ve AB çapında asgari ücret uygulaması gibi somut öneriler ortaya çıktı. Bu önerilerden bazıları, Avrupa Komisyonu’nun 2024-2029 stratejik planına dahil edildi.
Türkiye’de de vatandaş kurullarına ihtiyacımız olduğu aşikar, özellikle de adil bir ekonomi inşa etmek istiyorsak. Şu anda ülkemizde gelir, kâr ve sermaye gelirlerinden alınan vergilerin payı, OECD ortalamasının neredeyse yarısı kadar. Bu durum, vergi yükünün adaletsiz bir şekilde dağıldığını gösteriyor. Varlıklı bireyler ve şirketler yerine, sıradan vatandaşların üzerindeki yük artıyor. Vatandaş Kurulları, bu tür ekonomik adaletsizlikleri ele almak için ideal bir çözüm olabilir. Farklı kesimlerden gelen vatandaşlar, uzmanlardan bilgi alarak ve birbirleriyle tartışarak, daha adil bir vergi sistemi için öneriler geliştirebilir. Bu öneriler meclis için kanun, politika yapıcılar için yönetmelik taslağı kabul edilebilir.
Üstelik bu kurullar, sadece somut öneriler üretmekle kalmaz. Aynı zamanda katılımcı demokrasi kültürünü güçlendirir, vatandaşların siyasi süreçlere olan güvenini artırır ve toplumsal kutuplaşmayı azaltabilir. Örneğin keşke hayvan hakları yasası bir vatandaş kurulu tarafından kaleme alınsaydı. Demokrasi “halkın kendi kendini yönetmesi” değil miydi?
Türkiye, ekonomik ve sosyal sorunlarını çözmek ve daha adil bir sistem kurmak istiyorsa, vatandaşlarının bilgeliğine ve yaratıcılığına güvenmeli. Vatandaş kurulları, bu potansiyeli açığa çıkarmak için mükemmel bir araç. Sonuçta, demokrasinin kendisi de bir araç. Nihai hedefimiz özgür ve refah içinde bir toplum ve adil bir ekonomi ise, vatandaş kurulları bu yola kalkan bir tren. Asıl soru şu: Bu trene binmeye hazır mıyız, yoksa istasyonda beklemeye devam mı edeceğiz?