Ali Ekber Yıldırım’ın kitabının adı bu yazının başlığını oluşturuyor. Kitabı okuyunca zihnimde bazı sorular ön plana çıktı:
Çalışma “vakanüvis” örneği mi? Değil, çünkü zamanın olaylarını yazıyor, ama otoritenin görüşlerine ağırlık veren yarı-resmi içerikten oluşmuyor. Kitap bir “tarih” çalışması mı? Hayır, değil. Olay ve olguları belgelere dayandırsa da, tarih yazma yöntemlerini kullanmıyor.
Kitap ülkemizin tarımsal sorunlarının çözümü için bir “manifesto” mu? O da değil. Tarım konusunda bir grubun netleşmiş düşüncelerini yansıtan toplumsal hareketin ortak düşüncesini paylaşan “gerekçeler” içermiyor ve “alternatif tepki biçimleri” de önermiyor.
Kitap, yazarının bir “ihtisas gazetesinde” konuyla ilgili çektiği bir büyük fotoğraf: Fotoğrafın ayrıntılarına indiğinizde tarım ve hayvancılığın değinilmeyen sorunu yok.
Ali Ekber Yıldırım kitabında, son 20 yılda yaşadıkları bütün gelişmeleri kendi zihin dünyasında birikenleri yansıtmış. Meraklısı, tohum sorunundan üretimdeki arz kararlılığına, hayvancılıkta desteklerden, ithalat yoluyla piyasa terbiye etme anlayışına, iyi tarım uygulamalarından organik ürünler konusunda ve son çözümlemede tarım politikaları ya da politikasızlıkları üzerinde birikimlerini, daha önce kamuoyuyla paylaştıklarını derleyip toparlayarak sunuyor.
Ali Ekber’in kitabından çıkaracağımız sonuçlar önemli. Kitapta işlenen bütün konulara kıyısından kenarından az çok bulaşmış biri olarak çıkardığım dersleri şöyle özetleyebilirim:
Birincisi, ülkemizde tarihsel tarım ve hayvancılık birikimine rağmen, sektörde kaliteli yönetişim yapabilecek politikalar üretmeyi destekleyecek envanter, veri ve bilgi bazı yok.
İkincisi, bütünsel veri olmadığı için ülkenin orta ve uzun dönemli ihtiyaçlarına göre tasarlanmış bir “ulusal strateji” ortaya konamıyor. Tasarlanmış ve paylaşılmış “ulusal stratejinin” olmaması, iktidarlara, hükümetlere, bakanlara ve hatta geçmiş dönemlerde müsteşarlara göre politikalar üretilmesi ve uygulamalar yapılmasına kaynaklık ediyor.
Üçüncüsü sektörün bütün alt ürün alanlarının potansiyellerini harekete geçirecek, gerçek veriye dayanan, İzmir’deki belediyelerin deneyimlerinde olduğu gibi, “saha laboratuvarlarında denenmiş” iyi örnekleri geliştirmeyi ve yaygınlaştırmayı içeren “orta ve uzun dönemli planlardan” da yoksun.
Dördüncüsü, net bilgi yetersizliği, ulusal strateji tasarlayarak paylaşma eksikliği, plana olan inançsızlık, piyasanın her şeyi düzelteceği inancının fetiş haline getirilmesi, iç tutarlılık ve bütünsellikten yoksun tarım ve hayvancılık uygulamalarına yol açıyor. Bu durum, “dışa bağımlılığı” artırıyor. Her alanda giderek artan ithalatın arka planında, “ithalatla piyasayı terbiye etme” anlayışı var.
Girdi maliyetleri yüksek, örgütsüz ve güçsüz üretici fiyat alma konusunda etkili olamıyor.
Beşincisi, yazar demek istiyor ki, benim bir sektör yazarı olarak yaptığım 20 yıllık gözlemin ülkemiz tarım ve hayvancılığıyla ilgili çekebildiği büyük fotoğraf bu. Bu fotoğrafa bakarak, eksiği varsa tamamlamak, yanlışı varsa düzeltmek, siyasi iradeye, bürokrasiye, entelektüellere, akademisyenlere, sivil inisiyatiflere ve sektörü iş ve aş alanı olarak seçenlere düşer.
Ali Ekber Yıldırım’ın çalışmasını vesile ederek, tarım ve hayvancılık sorunlarını, derinliğine tartışmaya var mısınız? Ben hazırım.