Sabancı Müzesi’nde 28 Nisan’a kadar devam edecek ‘Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını: Tüm Yönleriyle Melek Celal’ bana kalırsa iki açıdan önemli bir sergi.
Birincisi sergi, son günlerin en çok konuşulan dizisi ‘Kızıl Goncalar’ da izlediğimiz gibi günümüzde bazı kesimlerde kadın okuma hakkından hala mahrum bırakılırken, 1930’lu yılların Türkiye’sinde bir kadının iyi eğitimli olmasının yanı sıra ressamlığı, heykeltraşlığı ve gazete yazarlığıyla toplumda nasıl var olduğunu ortaya koyuyor.
İkincisi İstanbul’un sanat hayatını renklendiren sergilerin çeşitliliği gösteriyor.
Şöyle ki; Haliç’in kenarındaki Artİstanbul Feshane’de Tate Koleksiyonu’ndan ‘Dinamik Göz:Optik ve Kinetik Sanatı Ötesinden’ Sergisi’nde önemli avantgarde sanat akımını örneklerini izleme fırsatını bulurken, Boğaziçi’nin kıyısındaki SSM’de Türkiye’de bir kadın sanatçının 1924’te nü eserinin gösterildiğini öğreniyorsunuz.
Geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminin kültürel panoramasını, radikal değişikliklerden geçen bir ülkenin modernleşme sürecini yakalıyorsunuz.
Melek Celal ve Dinamik Göz hem fiziksel, hem içerik olarak iki ayrı uçta sergi örnekleri.
Ancak İstanbul’un sonsuz sanat etkinliklerinde bu ikisi gibi çarpıcı örneklere sıklıkla rastlamak mümkün.
‘Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını: Melek Celal’ aslında kim?
Benim bu ilk ismi keşfetmem Pera Müzesi’nde, geçtiğimiz haziran ayında aramızdan ayrılan tarihçi Prof. Zafer Torak küratörlüğündeki ‘İstanbul’da Deniz Sefası: Deniz Hamamı’ndan Plaja Nostalji’ Sergisi nedeniyle.
2018 yılında gezdiğim sergide ‘Moda Koyu’ndaki Kadınlar’ yağlıboya tablosunu gördüğüm Melek Celal Sofu ismini zihnime kaydetmiştim.
Modalı olan Melek Celal, 1930’larda kayalıkların üzerinde, mayolarıyla ve yüzücü boneleriyle güneşlenen kadınları o kadar güzel resmetmişti ki.
Daha sonra ressamın tablodaki mayoların bir benzeriyle poz verdiği siyah beyaz bir fotoğrafına rastlamıştım.
Sergiye dönersem, Melek Celal’i birlikte gezdiğimiz Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer anlatıyor:
“Melek Celâl sadece bir ressam ve heykeltraş değil, aynı zamanda yazar ve eleştirmen. Geleneksel Türk el sanatları ve hat sanatı hakkında yazdığı makaleler ve kitaplar, verdiği konferanslar, neredeyse sanatçı kimliğiyle yarışır niteliktedir. Melek, bir yönüyle Batı’ya bakarken bir yönüyle de Anadolu’ya dönen bir Cumhuriyet kadını. Eğitimli, dünyaya açık, geleneksel Türk sanatlarına ve mimarisine tutkuyla bağlı, Cumhuriyet’in yetiştirmek istediği nesile örnek olarak kabul edebileceğimiz bir isim”.
Ölçer “Melek Celâl, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş döneminde köklü bir aileden gelen çok yönlü bir figür olmasına rağmen, maalesef günümüzde unutmuş olduğumuz bir Cumhuriyet kadını. Cumhuriyet ideallerini yansıtan Melek Celâl’i, Cumhuriyet’in 100. yılında hatırlayarak, Türkiye’nin bu dönemini ve dönemin hayallerini de hatırlamayı kendimize görev bildik” diye ekliyor.
Sergi kataloğundaki yazısında ise şunu hatırlatıyor:
‘’Osmanlı İmparatorluğu’nda, Tanzimat döneminde yapılan reformlar kadınların toplumsal hayatta görünürlüğünü arttırırken, pek çok olağanüstü kadını da ortaya çıkardı, tarihe mal etti. Halide Edib, Şükûfe Nihal, Şair Nigâr, Leylâ Saz, Fatma Aliye, Nezihe Muhiddin, Mihri Müşfik, Celile Hikmet, Suat Derviş ile başlayıp uzayan listenin içindeki isimlerin bazıları farklı nedenlerle günümüze ulaşır ve tanınırken, büyük çoğunluğu ise ne yazık ki gölgede kaldı, hafızalardan silindi. Melek Celal de bunlardan biri”.
Melek Celal eğitimli ve varlıklı bir ailenin tek çocuğu olarak 1896 yılında dünyaya geliyor.
O dönemlerde sıkça rastlanıldığı gibi evinde iyi bir eğitim görüyor.
İyi derecede Fransızca ve Almancanın yanı sıra piyano çalmasını öğreniyor.
Bu yıllarda gördüğü konak eğitiminin yanı sıra ‘Libre-Échange’ ağı sayesinde dünyanın dört bir yanından kartpostal değiş tokuşuna dahil olması ile hayranlık duyduğu ressam, heykeltıraş, şair ve müzisyenlere mektup yazarak imzalarını toplaması, genç kızın sanat dünyasına açılma isteğinin belirtisi.
Nazan Ölçer’e göre küçük yaştan itibaren resim eğitimi de alıyor zira 1917’de ilk defa Galatasaray Sergisi’ne katılıyor.
Hem de nü tablosuyla.
İnas Sanayi-Nefize Mektebi’nde döneminin diğer öncü isimleri Marie Gerekmezyan, İraida Barry ile birlikte konuk öğrenci olarak heykeltraşlık eğitimi alıyor.
Paris’e yaptığı sık seyahatlerde yolunun Academie Julian’a ve dönemin ünlü ressamlarının atölyelerine düştüğünü de bazı mektup ve belgelerden anlaşılıyor.
Annesini genç yaşta kaybeden Melek Celal’ın hayatındaki iki önemli figürden biri babası Miralay Abdurrahman Ziya Bey ile anneannesi Eşref Hanım.
Sıkça seyahat eden Ziya Bey nerede olursa olsun mutlaka kızının doğum gününde İstanbul’a geliyor ve kızıyla birlikte fotoğraf çektiriyor.
Baba kızın çeşitli dönemlerde çektirmiş olduğu fotoğraflar sergide görüyorsunuz.
Belli ki aralarında son derece sıcak bir ilişki var.
Öte yandan anneannesinin konağında verdiği müzikli, sohbetle salon davetleri geleneğini, Celal Sofu ile yaptığı ilk evliliğinde Moda’da Villa Wohl diye bilinen evinde sürdürüyor.
Villa Wohl bir dönem kadın erkek, yerli, yabancı tüm entelektüellerin buluşma yeri oluyor.
Yahya Kemal Beyatlı, Albert-Louis Gabriel, İhap Hulusi Görey, Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fazıl Ahmet Aykaç, Nazmi Ziya Güran, ressam Louis Süe bulunduğu Villa Wohl’ün davetlileri arasında.
Bir yanda kişisel ve karma sergiler açan Melek Celal diğer yanda Tan, Vatan ve Ulus gibi dönemin önemli gazetelerinde köşe yazarlığı yapıyor.
O dönemde kimsenin ilgi duymadığı çevre sorunlarını, aynı günümüzdeki gibi kötü şehirleşme nedeniyle özelliklerini kaybeden mahallelere, yanlış ekilen bitki türlerine, geleneksel halı sanatını unutan halıcılara dikkat çekiyor.
Yetkilileri uyarıyor.
Belli ki sanatçı kimliğinin yanı sıra vatandaşlık bilinci hayli gelişmiş, gördüğü her aksaklığı kendine dert edinen bir kişi Melek Celal.
Dolu dolu yaşamına 1976 yılında ikinci evliliğini yaptığı Münih’te veda eden sanatçı tablolarını hiç satmıyor, yakınlarına, dostlarına hediye ediyor.
Bugün eserleri İstanbul Resim Heykel Müzesi koleksiyonunda, Rezan Has Müzesi’nde ve Doğan Paksoy Koleksiyonu’nda.
Zaten Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki kapsamlı sergi Doğan Paksoy sayesinde.
Melek Celal’ın yegâne mirasçısı olan oğlu Ziya Sofu annesiyle inişli çıkışlı ilişkileri olan biri.
Nazan Ölçer’e göre, annesi hakkında pek konuşmayı sevmeyen Ziya Sofu’nun sadece annesiyle ilgili bazı belgeleri Taha Toros’a verdiğini biliyoruz.
İyi bir koleksiyoner olan Doğan Paksoy ise muhtemelen 1994 yılında Londra’da ölen oğlunun elden çıkarttığı mektup, fotoğraf, elle yazılmış notları, tabloları, çizimleri -sergide Melek Celal’in telefon defteri bile var- satın alıyor.
Nitekim Nazan Ölçer sergi gezimiz sırasında, Doğan Paksoy’u ima ederek “Çılgın koleksiyonculara müteşekkiriz. Hiç olmadık şekilde tutkuyla bir kişinin peşine takılan, onunla ilgili her türlü malzemeyi toplayan koleksiyonerler sayesinde sergilerimiz hayata geçiyor, zenginleşiyor” diyor.