Aziz dostlar, müsaadenizle, yeni senenin bu ilk yazısına, hepimiz için sağlıklı, huzurlu, mutlu, bereketli bir sene dileyerek başlamak isterim. Gündemin ve ortamın boğuculuğu bir çoğumuzun içini karartıyorsa da ümit edebilmek yetisi insanın en önemli gücü.
Bu yazıda anayasa konusunda başladığım tartışmayı neticeye ulaştırmayı istiyordum. Ancak, bu hafta içerisinde 2023 enflasyonu açıklandı. Buna bağlı olarak asgari ücret ve emekli maaşlarına gelecek zamlar konusu gündemin en önemli başlığını teşkil ediyor. Anayasa tartışmasının siyasi, ekonomik ve toplumsal etkileri bakımından Türkiye’nin önce gündemini, sonra da geleceğini, belirlemekte ayrıcalıklı öneminin olduğunu düşünüyorum. Aslında –ki bunu maalesef kaydıyla yazıyorum– gün geçmiyor ki bu konudaki kanaatimi daha da kuvvetlendiren bir gelişme olmasın. En son Anayasa Mahkemesinin Can Atalay hakkında verdiği ikinci hak ihlali kararını Yargıtay 3. Ceza Dairesinin “hukuki değeri yoktur” gerekçesiyle reddetmesi de bu bağlamda en son örnek. Bu merkezdeki tartışmaların uzayacağı açık. Bu nedenle, anayasa serisini, şimdilik kaydıyla da olsa, sona erdirmeyi planladığım yazıyı izninizle Cuma gününe erteleyerek, bu yazıda, mevzuya ilişkin kanaatlerimi değişik mecralarda sıkça seslendirdiğim, enflasyon ve ücretler meselesine değineceğim.
The Matrix Wachowski kardeşlerin ilkini 1999 yılında çektiği etkileyici ve derin bir sinema filmiydi. Serinin ikincisinde (The Matrix Reloaded – 2003) kırmızı hapı yutarak, mecâzî anlamda da “hapı yutan” kahramanımız Neo, insanları içerisinde tutsak kılmış olan sanal sistemi kuran “yapay zeka”yı temsil eden Architect (Mimar) ile konuşur. İkisi de meselenin bir tercih meselesi olduğuda mutabık kaldıktan sonra Mimar, Neo’ya iki senaryo sunar. Bunların ilki “akıl ve mantık” uyarınca seçilebilir olanıdır. İkincisiyse duygusal ve çok yüksek olasılıkla başarısızlıkla neticelenecek seçeneği simgelemektedir. Her ikisi de birer kapıyla sembolize edilen seçeneklerden ikincisi, insanın “akıl ve mantık” hilafına dahi olsa, sınırlarını zorlarsa başarılı olabileceğine, kurtuluşa erebileceğine inancına dayanmaktadır. Ümit besleyenler için mümkün çözümü temsil etmektedir. Kahramanımız, Mimar’ın çocukça bulduğu açık, ancak anlaşıldığı kadarıyla onu çok da şaşırtmayan, tercihi yapacaktır. Neo, ikinci seçeneğin kapısını açar. Biz insanlarsa zaten ondan bunu beklemekteyizdir. O’na, kahramana, yakıştırdığımız tercih budur: Umudu seçmesi. İnsanoğlu kahramanının, Mimar’ın “insanın en büyük yanılgısı” olduğunu değerlendirdiği, “hem en büyük gücümüzün hem de en büyük zayıflığınızın kaynağı” olarak nitelediği, umuda tutunmasını ister. Azimle çabalarsak, istatistiği, olasılıkları, mantığı, matematiği yenebileceğimize inanmayı ister, hatta çoğu zaman yaşamaya devam etmek için bu ümide ihtiyaç duyarız. Zaten, aldığımız kararlara ilişkin bilinmeyenler neredeyse her zaman bilinenlerden fazladır. Enâniyetiniz tavan yapmadıysa, doğru hesaplanmış olasılıkların, denenmiş kuramların, yerleşik gerçeklerin hilafına hareket etmenin içerdiği dezavantajların çoğunlukla farkındayızdır. Direnerek çabalamak aynı anda risk almaktır. Bunu da biliriz. Ve ümit ederiz.
Elbette, riski alanın, maliyetini de düşünmesi gerekir. Özellikle de söz konusu riskleri alırken “akıldışı”lığın sınırlarını zorlayanlar, bedeli kendilerini aşan, tüm toplumun üzerine yüklenecek, riskler alıyorlarsa. O da başka…
Eylül 2021’den Haziran 2023’e kadar Türkiye ekonomisi, bir hülyaya kapıldı mı dersiniz; umuda tutundu mu dersiniz; hesap hatası yaptı mı dersiniz; bunu amaçladı ve tercih etti mi dersiniz bir yana, böyle bir risk aldı. Neticenin ne olduğunu hep birlikte yaşıyoruz. 2024, 2013’ten bu yana biriktirdiğimiz; 2018’den bu yana ağırlaştırdığımız; 2021’den bu yana dibine vurduğumuz; 2023 Haziran’ından bu yana ise tedavisine uğraştığımız hataların izalesi (giderilmesi) bakımından “sırat köprüsü” niteliğinde bir sene.
İşte 2023 enflasyonu bu ortamda açıklandı. Maşallah, kuyumcu terazisinde tartılarak hesaplanmış görüntüsü veren, TÜİK enflasyonu, yılı % 64,77 ile bitirerek hem OVP hem de TCMB öngörülerinin yüzünü kara çıkarmadı. Buna göre konutta enflasyon % 40,39 ile en düşük oranda artan kalem. Bundan kiracıların haberi var mı, orası meçhul! Üstünüze başınıza alışveriş yapmak istiyorsanız bu defa iş kime inandığınıza ve nerede yaşadığınıza bağlı görünüyor. Bir defa seçiminizi yaptığınızda yanınıza ona göre bir tomar para alarak çıkın evden. Mesela İstanbul’da yaşıyorsanız, ve İTO verilerine itibar ederseniz, giyim kuşam alışverişi için yanınıza geçen sene sonuna göre 2,11 kat fazla para almalısınız. Yok, meydana TÜİK’e göre çıkar, memleket ortalamasında uygun bir yer bulursanız aynı iş için averajda % 40,74’cük fazla para yetecekmiş. Bu arada, tomar diyorum zira en büyük banknot olan 200 liralık, dolaşımdaki kupür miktarının % 70’ine yakın. Yenileri de bu Aralık’ta basıldı. Enflasyonun “algısını”, “gerçeğiyle” örtüştürmemek için daha yüksek kupür basmayacağız derken ihtiyaç 500 liralığı aştı binliğe dayandı. Zevahiri kurtaracağız derken iş tomara bağlandı…
Yine TÜİK’e sorarsanız 2023’de en çok artan ana başlık kalemi neredeyse 2 katına çıkan (%93,24) “lokanta ve oteller” olmuş. Onu eğitim (%82,06) ve sağlık (%79,59) izliyor. Müstakil olarak Aralık’ın şampiyonluğunuysa, %5,30 ile “eğlence ve kültür” kazanmış. TÜİK’e göre bu kalemdeki yıllık artış % 61,26 olmuş. Kısaca formül basit: Tatilden kesip, eğitim diye tutturmaz, hasta da olmazsak yırttık. Eksiğimiz eğlence, kültür olsun… Hem bunlar lüks zaten. Üstelik, fezaya giderken bunların lafı mı olur?!
Yalnız bu arada, Türk-İş çalışmalarını temel alırsak, açlık sınırı 14.431 lira olmuş. Fiyatlara gelen son zamlardan sonra, asgari ücrete gelen artışla birlikte, açlık sınırı ile asgari ücret arasında 2 bin 571 lira fark kalmış. Biliyorsunuz bu artışlar hedef enflasyona göre yapılacaktı. Mevcut açlık sınırı ile asgari ücret ilişkisine bakarsanız bu “beklenen enflasyon” herhalde % 17,8. Zira malum ortada kapı gibi söz var: “Vatandaş enflasyona ezdirilmeyecek”! Ezdirilmeyecek ama bu iş emir, komuta ile vaziyet almakla da olmuyor. Bakın bu yaptığım hesapta ne geçmiş senenin (2023) enflasyonunu temel aldım; ne refah payından bahsettim; ne “hangi enflasyon”, “kime göre”, “neye – nereye göre” gibi “bozguncu”, “müstemleke zihniyetli”, “mandacı” sorular sordum. “Yahu birader çekirdek enflasyon % 70,64 olmuş, bu veri setinin hesaplanmaya başlandığı 2004’den bu yana en büyük senelik artış, enerji, gıda ve içecek, tütün ürünleri ve altın hariç TÜFE, TÜFE’nin kendisinden çok arttıysa bu enflasyonu mevcut parametrelerle, nasıl düşürmeyi planlıyorsunuz”, gibi daha teknik, ve cevabı moralleri bozabilecek, bir soru da sormadım! Soru olabildiğince “çanak” yani…
Enflasyonda OVP hedefi olan % 33’ü, veya TCMB tahmini % 36’yı, dahi tuttursanız bu matematiğe göre “enflasyona ezdirilmeyeceği” taahhüt edilen vatandaş açlık sınırının altında kaldı; en basit hesapla, % 15’2 ila 18,2 arasında bir oranda püre oldu demektir. Mevcut durumda % 37,56 zam alacak olan SSK’lının, Bağ-Kur’lunun maaşlarına ilişkin olumlu bir yorum yapmaksa zaten pek müşkül.
Asgari ücrete zam 2016’ya kadar iki defa yapılıyordu. Bu tarihten 2022’ye kadar asgari ücret ayarlaması yılda bir defa yapılmıştı. 20 Aralık 2021’de KKM uygulamasının devreye girmesinin ardından 2022 Ocak ayında asgari ücrete, tesadüf bu ya yine % 50 artış yapılmıştı. Bu o zaman rekor teşkil eden bir orandı. Ancak, asgari ücret rakamı yüksek enflasyon karşısında açlık sınırının altında kalmış; bu durum ikinci zammı zorunlu kılmış; bunun üzerine % 29,3’lük bir zam daha uygulanmıştı. Manzara şu ki, “tek bir zamla bu iş biter” ifadesi bir ümittir ancak bu işi idareye yetmeyebilir. Velhâsıl-ı kelâm bu dinamiklerle en fazla üç, bilemedin dört ayda yine açlık sınırının altında kalacak olan enflasyon ya yine bir ara zamla telafi edilecek, ya da çalışan Mart seçimlerini müteakip telef olacak.
Mevcut kur, faiz, kredi dinamikleri çerçevesinde bakıldığında; çalışma barışını, istihdamın sürdürülmesini, ihracatın rekabet gücünü ve Türkiye’nin uluslararası finans çevreleri açısından çekiciliğini, vatandaşın geçim derdi ile dengeleyecek istikrarı yakalamak hala bir ümit, ama “ümit tek başına bir yöntem olamaz”!