KONUK YAZAR - SERDAR DURAT
Stratejist
Dünyada birçok ülke, doğum oranlarının 2.1 olan yenilenme seviyesinin altına düşmesi nedeniyle demografik yapısında sorun yaşamaktadır.
Nüfuslar, ölümlerin doğumları aştığı noktada azalmaya başladıkça, ülkeler büyümeyi arttırmak için iş gücü katılımını ve verimliliği güvence altına almak zorundadırlar.
Demografik değişimler; yaşlanan bir iş gücünün ekonomilerin küçülmesine ve yaşam standartlarının düşmesine yol açacağı endişelerini doğururken, artan genç nüfusun da bir ülkenin ekonomik refaha ulaşmadan önce yüksek işsizlik oranlarına zemin hazırlayabileceği korkularını beraberinde getirir. Kısa ve uzun vadeli büyümeyi dengelemek, herkese fayda sağlayan daha dayanıklı bir toplum inşa etmek için yeni bir sosyal uzlaşmaya gerek vardır.
Toplumların yakın ve orta vadede yaşanması muhtemel ekonomik ve demografik şoklara dayanıklı olmalarını sağlamak için yenilikçilik, kapsayıcılık ve sürdürülebilirliğe yatırım yapmaya devam etmek hayati önemi haizdir.
Bir ülkenin kısa vadeli büyüme ile uzun vadeli büyüme arasındaki dengeyi nasıl kuracağı, demografik gerçekleri ile dürüst bir iletişimi, yeni bir sosyal mutabakatı ve net bir vizyonu gerektirmektedir.
Devletler, demografik değişimlerin ve geçişlerin büyüme üzerindeki sonuçlarını öngörmek zorundadırlar.
Bir ülkenin kalkınması ve sürdürülebilir bir refah seviyesine ulaşması, yalnızca kaynaklarının zenginliğiyle değil, bu kaynakların ve fırsatların toplumun tamamına eşit ve dengeli bir şekilde sunulmasıyla mümkündür. Bu denge, hem ekonomik hem de sosyal kalkınmanın temelini oluşturur.
Endüstriyel üretimin ve tabiatı ile istihdam olanaklarının belirli bölgelerde yoğunlaşması, oralarda hem nüfus yoğunluğunu arttırır hem de çevresel sorunlara yol açar. Bunun yerine, bölgesel özelliklere göre sanayi yatırımları yapılmalı ve lojistik altyapı güçlendirilmelidir. Örneğin, tarım bölgelerinde tarıma dayalı sanayiler, liman bölgelerinde dış ticaret merkezleri gibi yatırımlar, hem ekonomik kalkınmayı hızlandırır hem de bölgesel iş gücünü yerinde değerlendirme imkânı sunar.
Bu küresel ve çağcıl gerçekler doğrultusunda ülkemiz bazında bir durum değerlendirilmesi aşağıda sunulmuştur.
Güzel ve yorgun ülkemizde, demografik yapının ve tabiatı ile ekonomik değer üretiminin bölgelere göre dağılımının dengesizliği malumdur. Özellikle sağlık, eğitim, kültür-sanat, endüstri, lojistik, iletişim ve teknolojik yeteneklerimizin büyük oranda Marmara bölgesinde ve metropollerimizin hinterlandında kümelenmiş olması çok ciddi bir zaafiyettir. Özellikle deprem ve savaş şartları düşünüldüğünde bu zaafiyetin ciddiyeti daha somut olarak anlaşılabilir.
Nüfusun yoğun olduğu yerlerde bu yeteneklerin kümelenmesi doğal sonuçtur. Nüfus ve ulusal yetenek dağılımı doğrudan ve/ya dolaylı olarak birbirinden etkilenir/beslenir. Nüfusun yoğun olduğu yerler tabiatı ile talebin de yoğun olduğu “pazar” gibi işlev görür ve yatırımlar için cazibe merkezi olur. Ayni şekilde ulusal yeteneklerin/fırsatların yoğun olduğu yerler iç ve dış göç için de çekim gücü oluşturur. Yalın ve özetle ifade etmek gerekirse “Etki-Tepki Yasası” hükmünü sürer.
Bir ülkenin, kentin ve/ya yerleşim bölgesinin mevcut kaynakları ve ekonomik yetenekleri, sağlık ve sanitasyon hizmetleri açısından destekleyebileceği/besleyebileceği/barındırabileceği/eğitim ve istihdam imkanı sağlayabileceği maksimum insan sayısı o yörenin “nüfus taşıma kapasitesini” belirler.
Türkiye’de başta İstanbul olmak üzere bir çok kent nüfus taşıma kapasitesinin sınırlarını aşmış durumdadır. Hal böyle iken hangi maksatla ve planla olursa olsun, adına ister mülteci, ister sığınmacı, isterse göçmen ne denilirse denilsin ülkemizin yabancı nüfus transferine ve kitlesel iç göç hareketlerine tahammülü yoktur.
Ulusal yeteneklerimizin yurt sathında rasyonel bir denge gözetilerek dağıtılması ve bunun doğal sonucu olarak demografik yığılmanın tüm vatan sathına yayılmasının stratejik bir plan dahilinde gerçekleştirilmesi kaçınılmazdır. İklim şartları, topoğrafya, finansman, insan kaynakları ve yerel kültür gibi klişe mazeretlerin arkasına saklanarak bu ihtiyaç görmezden gelinemez.
Bu rasyonel denge sağlandığında yalnızca ekonomik büyümeyi değil toplumsal adaleti, iç barışı ve sosyal huzuru da beraberinde getirir, ulus devlet yapısını güçlendirir.