Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasından sonra, işgalden etkilenen tüm ülkeler işgalin kendileri için getireceği sonuçları değerlendirmeye çalışmışlardır. İşgal girişimi geliştikçe, Batı (ABD, NATO üyeleri ve AB) çoğunluğu iktisadi alana inhisar eden ve giderek yoğunlaşan yaptırımlar uygulamaya yönelmişlerdir. Yaptırımların yalnız Rusya açısından değil, uygulamayı başlatan ülkeler açısından da bir külfet oluşturması etkilerinin anında tahlilini zorlaştırmaktadır. Yine de bazı geçici gözlemlerde bulunmak mümkündür.
Konuya güvenlik konularından girecek olursak, Rusya’nın Avrupa için yeniden bir güvenlik sorununa dönüştüğü aşikardır. Rusya’nın güvenliklerine yönelik tehdit konusunda Batı’yı uyardığı görülmekteyse de bu gelişmenin sonuçları değerlendirilmeye muhtaçtır. Şimdilik bir savunma örgütü olarak NATO’nun değerinin arttığı, AB üyelerinin güvenliklerini sağlamak ve dünya siyasetinde daha fazla söz sahibi olmak maksadıyla bir arada hareket edebilmeleri için daha sürekli çabalara yönelmeleri gerektiği ve Amerika’nın da Avrupa’dan çekilerek enerjisini Pasifik’te Çin’i durdurmaya ayırmasının mümkün olmadığının bilincine vardığı görülmektedir. Ancak orta ve uzun vadede üzerine eğilmek gerekecek çok sayıda sorun bulunmaktadır.
Özellikle iki soruya dikkat etmemiz gerekecektir. İlk soru: Almanya’nın NATO ve Avrupa savunması içinde daha büyük bir rolü üstlenmeye karar vermesi AB’yi nasıl etkileyecektir? Bilindiği gibi, şimdiye kadar Fransa iktisadi yetmezliğini telafi etmek niyetiyle Avrupa savunmasının lideri rolünü oynamaya, böylece konumunun Almanya ile denk olduğunu iddia etmeğe çalışmıştır. Soruyu daha açık sorabiliriz: Acaba Fransa sadece iktisat alanında değil, savunma alanında da Almanya’nın başı çektiği bir Avrupa’yı kabullenebilecek midir? İkinci soru: Avrupa savunmasında NATO ile AB’nin ilişkisi nasıl düzenlenecektir? Büyük Britanya ve Türkiye AB üyesi değildir; bazı AB üyeleri de NATO dışındadır. Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde birçok sorunun yaşanıyor olması, sorunu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Özellikle Kıbrıs sorunu NATO ile AB’nin işbirliğinin önünde duran kritik bir engeldir. Bu engeli, kendi koyduğu ve komşularıyla halledilmemiş sorunları olan ülkelerin üye olamayacağı ilkesine aykırı olarak aceleyle Kıbrıs’ı üye yapan AB’nin kendisi yaratmış, Kıbrıs’ın Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ilgili sorunlarını görmezlikten gelmiştir. Kanaatimce, sorun çözümsüz kalacak ve AB üyeleri güvenlikleri için NATO’ya dayanmaya devam edeceklerdir. Zaten AB üyesi olan bazı ülkeler de Amerikan desteği olmaksızın Avrupa’yı savunmanın mümkün olmadığını düşünmektedirler.
İktisat konularına dönecek olursak, bu alanda Batı’nın Rusya karşısındaki enerji bağımlılığını azaltmak içim büyük gayret göstereceği artık açıklık kazanmıştır. Böyle bir değişimin gerçekleşmesi zaman gerektirmekle birlikte, Batı’nın enerji geleceğine ilişkin tasavvurlarına bu düşüncenin yön vereceği belli olmuştur. Kısa sürede bir barış formülü bulunursa, enerji bağımlılığını azaltma heyecanı zayıflayabilirse de, ortadan kalkmayacaktır. Keza, Rusya’dan hammadde ve mal alma konusundaki isteksizliğinin madenler, kereste, hububat, yağlı tohumlar, yağlar ve benzeri alanları kapsayacak şekilde yaygınlaşması da söz konusu olabilir. Aynı derecede önemli bir sorun, Batı sermayesinin Rusya’yı gidilmesi sakıncalı bir ülke olarak görmeye devam edip etmeyeceğidir. Çok sayıda Batı kökenli şirket Rusya’daki faaliyetini tatil, geleceğe dönük yatırım planlarını ise iptal etmiştir. Bu şirketler çatışmalar sonlandıktan sonra geri gelecekler midir? Gördüğüm kadarıyla, birçok şirket önemli zararlara uğramayı göze almıştır ve Rusya’nın gelecekte kendilerini benzer zararlara uğratmayacak bir değişim yaşadığından emin olmadan geri dönmeye istekli olmayacaklardır. Tabii, tersi yönde bir soru da var: Rusya, yaptırımlara katılmakta tereddüt sergilemeyen Batı sermayesini yeniden kabul etmeye ne derecede hazır olacaktır?
Son olarak, bu yeni saflaşmanın Türkiye’ye Batı, yani ABD ve AB, ile bağlarını yeniden güçlendirmesi için bir fırsat penceresi açıp açmadığı sorgulanabilir. Rus işgalinin Türkiye’yi Batı savunması için yeniden önemli bir ortak seviyesine getirdiği kesindir. Ancak, bu değişimin giderek perakende olmak yönünde ilerleyen ilişkilerin yönünü değiştireceğini söylemek için henüz çok erkendir. Halihazırdaki ilişkilerinin Türkiye’yi Batı kurumları ve güvenlik camiasıyla bütünleşmesini sağlayıp sağlamayacağı ve bir iktisadi merkeze dönüşüp dönüşmeyeceği bir yandan ülkenin bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesine, diğer yandan hukuk devletini, insan haklarını ve demokratik yönetimi öne çıkaran iç siyasi değişimleri gerçekleştirmesine bağlıdır. Ukrayna’daki savaşın kendiliğinden Türkiye’ye bir fırsat penceresi açtığı zannedilmemelidir.