Batı tarafından kimisi “rakip”, kimisi “düşman” ilan edilmiş Çin-Rusya-İran üçlüsünün 2. Dünya Savaşı sonrası kurulmuş ekonomik ve siyasi küresel düzeni değiştirme çabaları, yeniden küresel bir savaşa evrilir mi? Henüz bu kesin değil. Ancak bu yönde pek çok tehlikeli işaret mevcut. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş ilk işaretti.
Dünyanın çivisi çıktı! Günümüzde yaşananlar, 20. yüzyılın ilk yarısını, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesini hatırlatır nitelikte. Sadece Almanya’da iki eyalette seçim kazanan ırkçı AfD’nin üçüncü eyalette de seçimleri ikinci parti konumunda kapatması bile 1930’ların Avrupa kıtasındaki siyasi iklimi hatırlatır nitelikte.
Diğer Avrupa ülkeleri de teker teker, demokrasiyi kullanarak iktidara yaklaşan ırkçı partilerle tanışmakta. İkinci Dünya Savaşı öncesiyle benzerliklere Asya’daki gelişmeleri de eklemek gerek. 20. yüzyılda Asya’nın düzen değiştirici gücü Japonya’ydı, günümüzde onun yerini Çin almış görünüyor. Batı tarafından kimisi “rakip”, kimisi “düşman” ilan edilmiş Çin-Rusya-İran üçlüsünün 2. Dünya Savaşı sonrası kurulmuş ekonomik ve siyasi küresel düzeni değiştirme çabaları, yeniden küresel bir savaşa evrilir mi? Henüz bu kesin değil. Ancak bu yönde pek çok tehlikeli işaret mevcut.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş ilk işaretti. Tüm gücünü bu savaşa aktaran Rusya’nın küresel etkisi giderek zayıflamakta. Hatta Ukrayna kuvvetlerinin bir yandan savunma hattını koruyup, diğer yandan Batı’dan gelen modern ve yıkım gücü yüksek silahlar sayesinde Rusya topraklarına girmiş olması Moskova açısından işlerin pek iyi gitmediğini gösteriyor. ABD ve Avrupa silahları ve Ukrayna’nın insan gücü ile -deyim yerindeyse- Rusya’nın dişleri tek tek sökülüyor. Olası bir küresel savaşta, Batı açısından çok tehlikeli olabilecek Rus-Çin ittifakının bir ayağı yavaş yavaş kırılıyor.
Ortadoğu’da da küresel “karşı devrimcilerin” İran ayağına yönelik benzer bir durum yaşanıyor. Gazze’de başlayan İsrail operasyonları, bu hafta itibarıyla Lübnan’a yayılmış durumda. Hem Gazze’de insanlık dışı yöntemlerle bitirilmeye çalışılan Hamas’ın, hem de Lübnan’ın güneyinde şimdilerde hedefe konulmuş durumdaki Hizbullah’ın “hamisi” İran. Bu iki silahlı yapının yok edilmese bile güçsüzleştirilmesi, Tahran’ın etki alanının küçültülmesi anlamına geliyor.
İsrail önce çağrı cihazlarını patlatarak gerçekleştirdiği istihbarat operasyonu ile Hizbullah güçlerinin Lübnan’daki “haritasını” çıkardı. Şimdi bu “haritadan” yararlanarak, hava saldırıları ile Güney Lübnan’daki Hizbullah noktalarını vuruyor. Bir kaç saatlik bombardımanda ölü sayısı 500’ü aştı, binlerce yaralı var. Güney Lübnan’ın akıbeti de Gazze gibi, neredeyese “dümdüz edilmek” olacak gibi duruyor.
İsrail’in sadece birkaç gün içinde Lübnan’da 500’den fazla kişiyi öldüren operasyonuna yönelik bölgedeki Arap ülkelerinin tepkileri de anlamlı. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’dan sadece “endişe duyuyoruz” açıklaması geldi. Katar ise işi ancak bir adım daha öteye götürüp “kınamakla” yetindi.
Belli ki Sunni Arap ülkeleri, İran’ın “Şii Hilali” İsrail eliyle kırılırken, oturup -üstelik büyük bir ihtimalle keyifle- seyretmekten öteye geçmeyecekler. Ayrıca “fırsattan istifade”, Araplar ABD ile ilişkilerini geliştirmeye de devam ediyorlar; Birleşik Arap Emirlikleri Lideri’nin Washington’dan hem artık koltukta sayılı günleri kalan Başkan Joe Biden, hem de geleceğin Başkanı olma olasılığı yüksek Başkan Yardımcısı Harris ile görüşerek, ülkesini ABD’nin “büyük savunma ortağı” haline getirmesi de bu hafta küresel diplomasinin ayrıca not etmeye değer gelişmesi. İsrail’in Lübnan saldırılarında işi nereye kadar götüreceği de belli değil.
Görünen şimdilik bu ağır operasyonla İsrail sınırında bir “tampon bölge oluşturmak” gibi duruyor. Böylece Hizbullah saldırıları nedeniyle İsrail’in içlerine kaçmak zorunda kalmış olan Yahudi yerleşimcilerin sınır bölgelerine geri dönmeleri, çatışmanın da İsrail topraklarından Lübnan’a kaydırılması planlanıyor. Lübnan’daki hava operasyonunu, Gazze’deki gibi bir kara operasyonunun takip edip etmeyeceği ise henüz belli değil.
Belli olan, İsrail’in hem Gazze’de, hem de Lübnan’daki operasyonlarına ABD’de 5 Kasım’da yapılacak Başkanlık seçimlerine kadar kesintisiz devam edecek olması. İsrail Başbakanı Netenyahu’nun Lübnan operasyonuyla birlikte sıkıyönetim ilan edip, “45 gün boyunca ateşkes görüşmesi de yok, bu yönde bir diplomatik temas da” açıklamasında verdiği tarih, kabaca 5 Kasım’a işaret ediyor zaten. Ortadoğu’da yaşanan ateş çemberinin Irak’a da sıçrama ihtimaline ilişkin işaretler de gelmeye başladı.
Irak’taki en etkili Şii din adamlarından Ayetullah Sistani’nin uzun süredir devam eden suskunluğunu bozup, İsrail’e karşı “acil eylem çağrısı” yapması önemli. Sistani en son benzer çağrıyı IŞİD’le mücadele için yapmış, Irak’taki Şii halk bu çağrı üzerine IŞİD terör örgütüne karşı topyekün mücadeleye başlamıştı. ABD yönetimi de Irak üzerindeki İran etkisini kırmak için -deyim yerindeyse- harıl harıl çalışmakta. BM Genel Kurul çalışmaları için New York’a giden Irak Başbakanı Sudani’yle hem Amerikan, hem de Avrupalı yetkililerin neredeyse “görüşme sırasına girmesi” bu açıdan önemli.
Suriye’de de ilginç gelişmeler yaşanıyor. İç savaş ile Esad rejimini devirmeyi başaramayan Batı, şimdilerde bu ülke ile yeniden barışmanın yolunu arayan bir görüntü veriyor. Esad’la ilk barışan ABD’yle iyi ilişkiler içindeki Arap ülkeleri oldu. Şimdilerde, Suriye iç savaşında etkin rol oynamış NATO üyesi Türkiye’deki AK Parti hükümeti de Esad’la “normalleşme” için kolları sıvamış durumda.
Yıllarca “Esad’la barışılmaz” diyen ABD’den ise son dönemde daha ılımlı mesajlar gelmeye başlaması anlamlı. ABD Dışişleri’nin etkin isimlerinden olan, Müsteşar Vekili John Bass’ın (kendisi aynı zamanda ABD’nin eski Ankara Büyükelçilerinden) geçen haftaki Türkiye ziyaretinde yaptığı açıklamalar bu açıdan önemli. Bass, Ankara- Suriye normalleşmesi konusunda Hürriyet Gazetesi’ne yaptığı açıklamada, “Suriye’nin Türkiye’nin komşusu olması ve uzun bir sınıra sahip olmanın beraberinde getirdiği bazı zorlukların Şam’daki yetkililerle bir dizi etkileşimi gerektirdiği gerçeğine saygı duyuyoruz. Esad rejimiyle nasıl etkileşime gireceklerine karar vermek her hükümetin sorumluluğunda. Esad rejimiyle gelecekte kurulacak ilişkiler konusunda ne düşündüklerini anladığımızdan emin olmak için Türk hükümetiyle yakın temas halinde kalacağız” dedi.
Bu diplomatik ifade ile Washington Ankara’ya Suriye normalleşmesi konusunda “karşı durmayacağız, bekleyip sonuçları göreceğiz” mesajı vermiş oldu.
Dişleri sökülmüş Esad rejimi ile barış, İran’ın etkisizleştirilmesi, İsrail’in Gazze’de ve şimdilerde Güney Lübnan’da sivilleri tümden yok etmek pahasına güvence altına alınması, hatta Kafkaslar’da ufukta görünen Azerbaycan- Ermenistan barışı; belli ki ABD liderliğindeki Batı cephesi yüzünü uzak Asya’ya çevirmeden önce “alan temizliği” yapmakta...