Türkiye kamuoyunda bugünlerde biri dış politika, diğeri iç politika odaklı iki ayrı tartışma hüküm sürüyor;
Dışarıda Ukrayna savaşının geleceği ve Türkiye’de ise 2023 seçimlerinin ülkeye ne getireceğini tartışıyor Türkiye.
Bu iki konu birbirleriyle de yakından bağlantılı; Ülkedeki ekonomik krizle baş etmekte zorlanan AK Parti hükümetinin ağırlığı, elini daha güçlü gördüğü dış politikaya vermeyi tercih ettiği aşikar.
İsrail’le, Birleşik Arap Emirlikleri ile, Suudi Arabistan ile barışma adımları AK Parti hükümetindeki bu eğilimin işaretleri. Sırada - Kahire’deki Sisi yönetimi uygun gördüğü ölçüde elbette - Mısır’la barışma da var.
Batı cephesinde de işler fena gitmiyor AK Parti hükümeti açısından; Rusya’nın Ukrayna‘yı işgalini - haklı şekilde - Türkiye açısından bir fırsat penceresi olarak görüyor mevcut iktidar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna ve Rusya liderleri arasında “barışı kolaylaştırıcı” role bürünmesi, iki ülke arasındaki ateşkes/barış görüşmelerinde Türkiye’nin ev sahipliğinin kabullenilmesi, üstelik bu rolün başta Batı cephesi olmak üzere küresel aktörlerin de desteğini alması, AK Parti hükümeti açısından “iyi haber” niteliğinde. O kadar ki, henüz bu “kolaylaştırıcı” rol Ukrayna-Rusya savaşında somut sonuç vermeden Ankara’daki AK Parti çevreleri Cumhurbaşkanı Erdoğan için bir “Nobel Barış Ödülü” hayali kurmaya başladılar bile.
Peki bu fırsat penceresi AK Parti’yi nereye kadar taşır? Daha önemlisi, Rusya-Ukrayna savaşındaki kolaylaştırıcılık rolü AK Parti’ye 2023 seçimlerinde zafer getirebilir mi?
Ukrayna cephesindeki son gelişmeler, savaşın sanıldığı kadar kolay sonlanmayacağını gösteriyor. İlk dönemde eli daha zayıf görünen Ukrayna, halkının Rus ordusuna karşı direnişi sayesinde Moskova’ya karşı kendi “ateşkes şartlarını” öne sürebilecek konuma geldi. Ukrayna Lideri Zelinsky’nin “eğer Ukrayna’nın her hangi bir bölgesinde Kırım benzeri bir bağımsızlık ya da Rusya’ya ilhak referandumu olursa, barış görüşmelerinden çekiliriz” açıklaması süreci iyiden iyiye zora sokmuş görünüyor.
Sadece bu kadar da değil; ABD Dışişleri ve Savunma Bakanları’nın Ukrayna’yı ziyareti mevcut durumu daha da karmaşık hale getirdi; Anthony Blinken ve Lloyd Austin’in ziyareti vesilesiyle ABD, Kiev yönetimine “NATO standartlarıyla uyumlu ağır silahlar” göndermeyi vaadetti. Ukrayna’nın bu yeni ağır silahlara sahip olması, savaşın ülkenin güneyinde, özellikle Karadeniz kıyısında daha da şiddetlenme olasılığının işaret fişeği gibi. Bu durumda barış görüşmelerinin geri plana atılması da kaçınılmaz. Diplomatik çevrelerde Ukrayna için yakın vadede öngörülen en olumlu senaryo, ülkenin fiilen “bağımsız” ve “Rusya işgali altında” ikiye bölünmesi. İki taraf arasında herhangi bir ateşkes ise yine yakın planda pek olası görünmüyor.
Savaş nedeniyle Ukrayna’dan Avrupa ülkelerine göç etmek zorunda kalan milyonlarca Ukraynalı nedeniyle, Türkiye’nin zaman zaman AB’ye karşı kullandığı Suriyeli sığınmacı kartı da geçersiz hale gelmiş durumda. Ancak savaş, NATO üyesi Türkiye için yeni bir “pazarlık kapısı” da araladı; Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelikleri için, Türkiye’nin de onayını almaları gerekiyor. AK Parti hükümetinin Batı’ya karşı sığınmacı kartı yerine kısa vadede “NATO’daki veto kartını” kulllanmasının önü açılmış durumda.
Seçim öncesinde AK Parti hükümetinin bu kartı da hem ülkedeki ekonomik krizi çözebilecek dış yatırımı sağlamak, hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dünya lideri” imajını güçlendirmek adına kullanmaya çalışması büyük olasılık. Ne kadar etkili olabileceği, NATO’nun genişlemesi konusunda Batı’dan, özellikle de ABD’den gelecek büyük baskıya karşı Türkiye’nin ortaya koyduğu pazarlık unsurlarında ne kadar direnebileceği ise, büyük bir soru işareti.
NATO kartı belki Türkiye’nin orta vadede savunmasını güçlendirmek için ihtiyaç duyduğu silah alımlarını kolaylaştırmak için kullanılabilir, ancak Türk ekonomisine yakın dönemde olumlu katkısı olabileceğini düşünmek pek mümkün değil.
AK Parti hükümetinin Ukrayna savaşı çerçevesinde seçim öncesinde ekonomide atmaya çalıştığı bir başka adım ise, Rusya’ya yönelik yaptırımlar ve Çin’in küresel ekonomik tedarik zincirinden-olabildiğincedışlanması sürecinde, Türkiye’yi bir üretim ve tedarik üssü haline getirebilmek. Ancak bunun için dış yatırımcı açısından “öngörülebilir” bir siyasi ortam, güvenilir bir yargı sistemi gerekli. Bu da Türkiye’nin şu anki yönetim sisteminde pek mevcut değil. Maliye Bakanı Nebati’nin yabancı yatırımcılara “bürokrasiyi alaşağı ederiz, mevzuatı değiştiririz” vaadi, bu açıdan yarardan çok zarar getirmiş durumda; Bakan’ın bu açıklaması Türkiye’ye yatırım için en çok ihtiyaç duyulanın “öngörülebilirlik” olduğunu AK Parti hükümetinin, ya da en azından Bakan Nebati’nin tam olarak kavrayamamış olduğunun göstergesi olarak yorumlandı küresel ekonomi çevrelerinde. “Bugün bizim için mevzuat değiştiren bir iktidar, yarın da başkası için bize olumsuz yansıması olabilecek yeni idari/yasal düzenlemeler yapabilir” duygusu hakim oldu yabancı yatırımcılarda.
Üstelik AK Parti hükümetinin Batı’nın tedarik zincirinde Çin’in boşalttığı/ boşaltacağı yerde pay kapma çabası, Pekin hükümetinin de tepkisini çekmiş görünüyor. Bunun en somut kanıtı ise Türkçe yayın yapan Çin devletine bağlı ajans, radyo ya da televizyonlarda daha önce hiç görülmeyen, AK Parti hükümetinin hiç görmek istemediği “Türkiye’de artan enflasyon, fakirlik, ekonomik kriz” haberlerinin çıkmaya başlamış olması. Oysa yakın zamana kadar Çin devlet medyasında AK Parti’yi zora düşürebilecek herhangi bir haber ya da yorum bulmak olası değildi.
Son olarak NATO üyesi Türkiye ile Rusya arasında, şimdilik “kolaylaştırıcılık” rolü nedeniyle iyi gidermiş gibi duran ikili ilişkiler, farklı noktalarda -mesela Suriye’de- sıkıntıya girebilir. Ankara’nın hava sahasını, Rusya’nın Suriye’ye askeri teçhizat ya da personel taşımasına kapatması şu an için Moskova’dan sert tepki görmemiş olabilir. Ancak bu durum, Putin yönetiminde kaşların havaya kalkmadığı anlamına da gelmiyor. Ankara’nın bu adımına karşılık Moskova’nın Suriye’de, Türkiye’nin çıkarlarına dokunacak karşı bir adım atması yönünde büyük bir beklenti hakim diplomatik kulislerde.
Tüm bu açılardan bakınca, Ukrayna’daki savaşın AK Parti iktidarına seçimlere kadar olan dönemde beklediği itibar ya da dış yatırımı getiremeyeceğini tahmin etmek mümkün. 2023’te sandık başında seçmenin karın doyurmayan “dış itibar” yerine, evdeki boş buzdolabını düşünerek oy kullanması büyük ihtimal...