Seyahat endüstrisinin son dönemde en çok konuşulan konularından biri turist sayısı mı turizm geliri mi tartışmasıdır. Bu tartışmalarda iki sözcük var. “Ucuz” ve “Ucuzcu”.
Bunların ikisi ayrı şeydir. “Ucuz”, ekonomi literatüründeki anlamıyla niteliği aynı olsun olmasın fiyatı diğerine göre daha az olanı ifade eder, bir diğer ifadeyle pahalının zıddıdır. “Ucuzcu” ise sunulan hizmet ya da üretimin fiyatının düşük olmasının esas olmasıdır. Bu, mal ve hizmetin sunucusu için olduğu gibi o hizmet ya da ürünü alan kişi için geçerlidir.
“Ucuz” olan kaliteli de olabilir, ucuzda kalite aranabilir. Buna karşılık “ucuzcu”da alan ve satan için belirleyici olan kalite değil, tek ölçü fiyattır.
Bunu turizm üzerinden somutlaştıralım.
Türkiye destinasyon olarak ucuzdur. Kime göre, rakibi İspanya’ya göre. Türkiye rakibine göre ucuz ama kalitesiz değil, hatta tersine daha kalitelidir. Verilen hizmet yüksek, bunun bedeli olması gerekenden düşüktür.
“Ucuzcu”ya gelince, yanda bunu anlatan geniş kapsamlı örnek bir haber var.
İspanya’nın Kanarya ve Balear adalarının bazı bölgeleri ucuzcuların destinasyonudur.
Bu bölgelere gelenler için belirleyici olan hizmet ve ürünün kalitesi değil fiyattır.
Benzer durum 1980’lerin sonları 90’ların başlarında Türkiye’de Marmaris’te yaşandı. O dönemde yine İngiltere’den gelenlerin oluşturduğu bugün İspanya’nın Balear ve Kanarya adalarının deyim yerindeyse “baş belası” haline gelen “sarhoş turizmi” Türkiye’de Marmaris’te “holigan turizmi” olarak yaşanıyordu.
Burada ucuzu ile ucuzcuyu bir birinden ayırmak gerekir.
Buna bir de turizm dışından örnek verelim.
Bir dönem Japon malı, Çin mallı düşük kaliteyi ifade ediyordu.
Peki elektronikten otomotive, tekstilden beyaz eşyaya kadar binlerce ürün dünyaya ucuz fiyatla sunan iki ülke bunu yapmakla kendileri ve dünya için kötü bir şey yaptıkları söylenebilir mi? Hayır. Tersine, bir dönem Japonya ve Çin sayesinde Somali’den Nepal’e Almanya’dan Gürcistan’a kadar dünyanın her yerinden tüketicilerin daha önce hayal edemedikleri ürünlerle tanışmalarına ve kullanabilmelerine vesile olurken ülkelerini dünyanın en büyüğü haline getirdiler.
Bunu Allah’ın inayeti ile ya da rastlantı ile değil ekonomi literatüründeki tanımla hacim ekonomisi ile yaptılar. Üretim maliyeti binler yerine milyona paylaşılınca fiyat düşüyor.
Bu noktada bazıları Türkiye’nin turizmde ucuz olmasını eleştirel bir endişenin ifadesi olarak “Turizmin Çin’i mi oluyoruz” sorusuyla değerlendiriyor.
Öyle düşünenlere dünyanın her yerine o ülkenin para birimi olan; bir dolar, Euro, TL, sterlin, riyal, kron vb. ile binlerce ürünün satıldığı mağazaları anımsamalarını öneriyoruz.
Ne alırsan bir TL, bir dolar, bir euro vs. ile satılan ürünleri üreten Çin bugün dünya ekonomisinde başa oynayacak konuma geldi. Avrupa ve Amerika’nın en pahalı markaları şimdi Çin’de üretiliyor.
Bu örnekten hareketle diyoruz ki Türkiye turizmin Çin’i olabiliyorsa bunun sakıncası yok avantajı var. Örnek de Çin’in kendisidir. Türkiye “ucuz” olduğu için turizmde dünyanın ilk 10’u arasına girebildi.
Türkiye, Ucuz olmakla elde edilen deneyim ve sağlanan birikim ile, sahip olunan potansiyeli dünyanın yükselen eğilimlerine uygun en iyi şekilde değerlendirebilecek insan kaynağına da sahiptir.
Bu arada ucuz, ucuzcu, kaliteli- kalitesiz turist sözcüklerinin ifade ettiği anlamı bilmek ve doğru yerde kullanmak gerekir. Bu “her şey dahil” sistemi için de geçerlidir.