Yıl sonuna yaklaştıkça giderek daha çok tartışılan bir konu var. “Ücretler gelecek dönem için öngörülen enflasyona endekslenerek mi belirlense, yoksa geride kalan dönemin enflasyonu dikkate alınarak mı?”
Bu konuda hangi kesimlerin ne söyleyeceği belli.
Cebine para girecek olan çalışanlar tabii ki geride kalan enflasyon diyor, cebinden para çıkacak olan işveren ise kendi açısından haklı olarak öngörülen enflasyonu işaret ediyor.
Her kesimin kendi çıkarı doğrultusunda görüş bildirmesi gayet normal. Ancak Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay da bu tartışmalara katılınca durum değişti. Akçay konuyla ücret artışlarının enflasyona olacak muhtemel etkisi yönüyle ilgili. Bu konudaki görüşünü enflasyon raporunun açıklandığı toplantıda dile getiren Akçay, ücretlerin öngörülen enflasyona göre belirlenmesi gerektiğini ve 2025’in bunun için uygun bir dönem olduğunu söyledi.
Akçay’ın cümlesinin ilk bölümü kesinlikle doğru, ikinci bölümüne katılmak ise pek mümkün değil.
Bir kere ücret artışlarının öngörülen enflasyona göre belirlenebilmesi için olmazsa olmaz bir şart var. Mevcut durumda çalışanlar ve emekliler enflasyon karşısında alacaklı olmamalı.
Örneğin Aralık 2024 itibarıyla tüm çalışanlar ve emekliler için ücretlerin enflasyona göre kaybı tümüyle önlenmiş olur, o zaman 2025 artışı öngörülen enflasyona göre yapılabilir. Ama bu da yetmez. Öngörülen enflasyonun tutacağına dönük kaygı yoksa toplum ancak o zaman bu tercihin doğru olduğuna inanır.
Oysa bu iki şart da yerine getirilebilmiş değil, getirilemeyecek de. Ne Aralık 2024’te hiç kimsenin kaybı kalmamış olacak, ne de 2025 enflasyonunun tutacağı görüşü genel anlamda kabul görecek.
Dolayısıyla ücretlerin öngörülen enflasyona göre belirlenmesi gerektiği görüşü teorik olarak kesinlikle doğru; ama bunun zamanlaması için 2025’in uygun olduğu da bir o kadar yanlış!
Bu arada enflasyona endeksli artışın yalnızca asgari ücretlileri ve özel sektör çalışanlarını ilgilendirdiği gerçeğini göz ardı etmemek gerek. Devlet memurları ve memur emeklileri ile işçi ve Bağ-Kur emeklilerine 2025 yılında hangi yöntemle artış verileceği zaten belli.
Değişim oranından çok harcama tutarına odaklanmalı
Türkiye’de iki kavram genellikle karıştırılıyor, bu kavramların karıştırılması siyasetçinin de işine geliyor.
Enflasyonla hayat pahalılığı aynı kavramlar gibi algılanıyor. Oysa ikisi birbirinden öylesine farklı ki...
Kimileri enflasyon oranı düşünce hayat pahalılığının geride kalacağını sanıyor; siyasetçi de bu düşünceyi sürekli körüklüyor.
Hep verdiğim bir örnek var. Yarın sihirli bir el dokunsa ve tüm mal ve hizmet fiyatları sabitlense. Ama aynı zamanda gelirler de. Ne gelir artacak, ne fiyat artışı olacak.
Enflasyon sıfır, peki bu durumda hayat pahalılığı geride kalacak mı?
“Evet, kalacak” diyebilen bugünkü gelir düzeyinden çok memnun demektir.
Peki Türkiye’de bunu söyleyebilecek olanların sayısı ya da toplamdaki payı kaçtır?
12 bin 500 lira alan emekli, 17 bin lira alan emekli ya da asgari ücretli; 30 bin, 40 bin lira alan bir işçi, 50 bin lira alan memur... Kim aldığı ücretin çok yeterli olduğunu söyleyebilir ki?
Enflasyon düşer, hayat pahalılığı baki kalır!
Grafikteki çizgi ile kutulara dikkatinizi çekmek isterim.
Çizgi yıllık TÜFE artışını, kutu ise 2003 yılı 100 kabul edilerek başlatılan endeksi gösteriyor.
2023 yılına kadar olan dönem gerçekleşmeye işaret ediyor.
2024, 2025 ve 2026 yıllarının verileri bu yıllarda Merkez Bankası’nın tahmini olan yüzde 44, yüzde 21 ve yüzde 12’lik enflasyonda kalındığı varsayımına dayanıyor.
Sarı ile işaretlediğim 2027-2029 döneminin verileri ise tümüyle hayali. Bu dönemdeki yıllık fiyat artışının yüzde 5’e indirildiğini varsayıyorum. İdealin ideali bir oran, yıllık yüzde 5!
Şimdi gelin biraz grafik üstünde duralım...
2005-2021 dönemi: Daha önceki yazılarımda da vurguladığım gibi fiyat endeksini, yani TÜFE’yi aylık herhangi bir harcamanız gibi varsayabilirsiniz.
İşte 2003 yılında 100 olarak başlatılan fiyat endeksi, aralık ayları itibarıyla 2021 sonuna gelinceye kadar en fazla 687 oldu, o da 2021’de. Her ne sayıyorsanız, bu dönemde aylık harcamanız en fazla 687 lira! En yüksek yıllık fiyat artışı da 2021’deki yüzde 36. Yani Eylül 2021’deki faiz indiriminin sonucu.
2022-2023 dönemi: 2021’deki faiz indirimi “meyvesini” asıl 2022 ve 2023’te verdi. Fiyat artış hızı bu yıllarda yüzde 64 ve 65 oldu. Aradaki aylarda daha yüksek oranlar da görüldü.
Peki aylık harcama nereye mi çıktı? 2022 sonunda 1128, 2023 sonunda 1859 liraya.
2024-2026 dönemi: Bu dönemdeki yıllık fiyat artışları için Merkez Bankası’nın yüzde 44, yüzde 21 ve yüzde 12’lik tahminlerini kullandım.
Bu artışlarda kalınabilirse geçen yılın aralık ayında 1859 lira olan harcama bu aralıkta 2678, 2025’in aralık ayında 3240, 2026’nın aralık ayında ise 3629 liraya çıkacak.
Enflasyon oranı hızla aşağı, fiyatlar ise artmaya devam ediyor. İşte görülmesi pek istenmeyen gerçek bu.
2027-2029 dönemi: Dedim ya, idealin de idealini alıyor ve bu üç yılda yıllık fiyat artışının yüzde 5’e indirildiğini varsayıyorum.
Ne güzel değil mi, artık Avrupa ülkeleri gibi olduk. Cebimizden aralık ayları itibarıyla 2027’de 3810, 2028’de 4000, 2029’a 4200 lira çıkacak.
Yıllar öncesinin artışı korunsaydı...
Hayali bile güzel; yüzde 5 artış şahane de, aylık 4000 lira harcama bu oranla 4200 liraya çıkıyor.
İyi ama yüzde 5 artışta, cebimizden çıkan para toplam 300-500 liralardayken de yani endeks bu düzeylerdeyken de kalınabilirdi. Böylece, bırakın yüzde 5’i, yüzde 10 artışta bile yıllık harcama 30 lira, 50 lira artardı.
Üstelik o dönemlerde “Enflasyon doğru ölçülüyor mu, oranlarla oynanıyor mu” gibi kaygılar da yaşanmıyordu.
Kayıpsız geçilmiş olamaz
Yıllık enflasyonun ortalama yüzde 10’lardan yüzde 80’lerin üstüne çıktığı ve ölçüm spekülasyonunun tavan yaptığı bir dönemde çalışanların ve emeklilerin reel anlamda gelir kaybına uğramaması söz konusu olamaz.
Dolayısıyla yazımdaki grafik, Türkiye’nin ücretleri öngörülen enflasyona göre belirleme aşamasının çok uzağında bulunduğunun somut bir göstergesidir.