Çalışma Bakanı asgari ücret pazarlıkları öncesi kükreyiverdi; “Artışları, fırsatçıların fahiş fiyat artışına ezdirmeyeceğiz.” İyi de bunu nasıl yapacaksın? Daha önce de benzer sözler verilmişti ve tutulmamıştı. Kaldı ki asgari ücretliye verilen zammı fahiş fiyatçılara kaptırmamak, teoride de, pratikte de imkânsız.
Bundan 12 yıl önce komisyon %30’larda zam kararı vermiş ve Cumhurbaşkanı bunun üzerine 20 puan eklemiş; %50,5’lik zam açıklamıştı. Ücretli de sevinmiş, en az 1 yıl rahat edeceğim sanmıştı. Oysa enflasyon atağa kalkınca ilk 3 ayda bu zam eriyivermiş, TÜSİAD devreye girmek zorunda kalmıştı.
Emeği ezdirmeyeceksin de bunu nasıl yapacaksın?
Asgari ücrete yılda 2 kez zammı, işçi sendikalarının değil de işveren örgütünün talebi, başka bir garip tecellidir. Haziran’da TÜİK’in marifetiyle ücretlere endeks freni geldiğinde itiraz eden ve TÜİK’i “cebimizden para çaldın” diye mahkemeye veren sendikalar değil bir Yargıtay emeklisi olmuştu.
Türk-İş başkanı; “enflasyon düşmediği sürece ücretin bir anlamı kalmıyor” diyor. Doğru... Ancak bu açıklamanın zamanı yanlış. Zira tam müzakereler başlayacak iken asgari ücretin önemsizliğine vurgu yapmak gerekmiyor. Nitekim yıllardır dediğim şudur; “ücreti telafi etmeyin, enflasyonu telef edin.”
İKİ SORU İKİ CEVAP / Stratejiye dair…
Asgari ücret enflasyonu arttırır mı?
Artışta bir katkısı olur. Ancak fiyatları arttırdığı iddiasıyla asgari ücrete zammı düşük tutmak doğru değildir. Öncelikle çalışma barışı bozulur. Sonra da düşük ücretle katma değerli üretimin gideceği bir yer kalmadı. Kaldı ki bu iddiayı savunanlar kendi gelirlerinde kısıtlama olunca bağıran çağıranlardır.
Fahiş fiyat denetimle engellenebilir mi?
Asla… Defalarca denendi, soğan depoları basıldı, marketlere ceza yağdırıldı fakat fiyatlandırmada davranış bozukluğu yaşanan ortamda bu başarılamadı. Nitekim enflasyonla savaş; etiket üzerinden değil, fabrikada, tarlada, tezgâhta verilir. Bu yüzden bakanın bu sözleri hiçbir anlam taşımamaktadır.
not/ Ekonomiyi yanlış yerden soğutmayı deneyince…
Elbette enflasyonla mücadelede başarı sağlanamaz. Sıkı para politikasının kabiliyetleri sınırlıdır. Faizi kullanırsın, kredilerde oynama yaparsın, bankalar üzerinden piyasada bazı makroekonomik tedbir uygularsın, hepsi bu… Sıkı para politikasının yanına maliye politikaları koymadıkça sonuç hüsran olur.
Ekonomiyi tüketimden başlayarak soğutmak gerekiyordu. Hele ki kamunun doludizgin harcamalarından yola çıkarak kapsamlı, kapsayıcı tasarruf uygulamak, gereksiz yatırımları kısmak gibi. Oysa üretimi kısarak işe başladı ve üreticiyi, sanayiciyi, çiftçiyi zora sokmaya devam ediyorlar.
Bundan 10 yıl önce 100 borç alıyor, 80 faiz ödüyorduk. Şimdi 100 borca karşılık 140 faiz ödüyoruz. Üstelik bunu “faize karşıyız” iddiasıyla gerçekleştirdik. Kamunun araba, cam bina, personel, saray, tesis ve yandaşa kaynak aktarma sevdası yüzünden faiz batağında debeleniyor, israfı abartıyoruz.
Sanayiciyle konuşuyorum; “bizden daha fazla vergi almayın artık” diyor ve uyarıyor; “eğer biz üretemezsek ihraç edecek mal olmaz, döviz girişi azalır.” Ziraatçı; “benim üretmem gerekiyor oysa finansman güçlüğü yüzünden ekemiyor, gübreleyemiyor, biçemiyor, pazarlayamıyorum” diyor.
Şimdi Suriye faktörü var ve kamunun hesapsız harcamaları yüzünden giderek şişen bütçemiz var. Oysa enflasyonla mücadele etmek için daha kapsamlı mücadele şart ve kamu israfa son vermeli.