Devletin resmi milli gelir istatistikleri, ücret ve maaşların milli gelir içindeki payının son yıllarda azalma eğiliminde olduğunu gösteriyor. TÜİK’e göre 2019 yılında gayri safi milli hasıla içinde ücret ödemelerinin payı yüzde 31.3 düzeyindeyken, 2022 yılı sonunda bu oran yüzde 23.7’ye geriledi. Bu oran, son 27 yılın en düşük düzeyi idi.
Emeklilerin bir yılda aldığı aylıkların ve bayram ödeneklerinin toplamının o yıla ait kişi başına milli gelir değerlerine bölünmesi ile bulunan oranlar da gerilemesini sürdürüyor. Sonuç olarak emekli aylıkları ve çalışanların ücret ve maaşları enflasyon oranına bir türlü yetişemiyor.
Bu adaletsizliklerin en önemli nedenini çalışanların ve emeklilerin ücret ve maaş zamlarının belirlenmesinde milli gelir büyüme oranlarının dikkate alınmaması oluşturuyor. Ekonomiyi yönetenler, “Çalışanları ve emeklileri enflasyona ezdirtmeyeceğiz” diyorlar ama büyüme oranının da dikkate alınması konusunda suskunluklarını koruyorlar.
Yıllardır devam eden bu uygulamaların yol açtığı adaletsizlikler, aşağıdaki beş önlemin alınması ile büyük ölçüde azaltılabilir:
1-Büyüme oranının yasa maddelerine eklenmesi: Türkiye ile IMF arasında 2005’te imzalanan üç yıllık anlaşma yürürlükte iken 2007 yılında yürürlüğe giren 5510 sayılı yasanın 55. maddesinde emekli aylıklarının her yıl Ocak ve Temmuz aylarında, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanacak geçmiş altı aylık toplam Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) oranında artırılması öngörülmüştü. Bu düzenlemede gayri safi yurtiçi hasılanın kısacası milli gelirin büyüme oranı dikkate alınmamış, zamlar belirlenirken enflasyon oranlarına milli gelirdeki büyümeyi yansıtan bir “refah payı” eklenmemişti. Bu uygulama daha sonra işçi ve memur ücretlerinin ve asgari ücretin belirlenmesinde de esas alınmıştı.
Asgari ücret ve emekli aylıkları ile ilgili yasa maddelerine büyüme oranının da eklenmesi bu adaletsizliğe son verebilir.
2- Ücretliler için ayrı bir tüketici endeksi: Dünyanın neredeyse tüm ülkelerinde düşük ve orta gelirli işçi, memur ve emeklilerin etkilendiği enflasyon oranı, üst gelir grubundaki varlıklı kişileri etkileyen enflasyon oranından daha yüksek gerçekleşir. Düşük ücretli ailelerin tüketim kalıplarında gıda ve kira harcamalarının toplam oranı, zengin ailelere göre çok daha yüksektir. Ayrıca bu iki kalemdeki artış oranları çoğunlukla diğer harcama gruplarına göre daha yüksek olur.
Ücret ve maaş artışları tek bir enflasyon oranına göre belirlenmesi düşük ve orta gelirli kitlelerin satın alma gücünün bir miktar gerilemesine yola açar. ABD’de, bu adaletsizliğin önlenmesi için şehirlerde yaşayan ücretliler için ayrı bir tüketici endeksi (CPI-W) hesaplanır. TÜİK’in de benzer bir uygulamayı başlatması, düşük ve orta gelirlilerin satır alma gücünün zaman içinde erimesini önleyebilir.
3- Yükselen enflasyonda erken ücret zammı: Türkiye’de enflasyon sorunu, yıllık enflasyonun 1971’de iki haneye çıkmasından bu yana bir türlü gündemden düşürülemiyor. Bunun bir nedenini de iş dünyasının ve kamuoyunun bir bölümünün enflasyonun yükselmesi konusundaki tepkilerinin diğer ülkelere göre zayıf kalması oluşturuyor. Esnaf, tüccar ve sanayici, enflasyonun her kıpırdanışında ürün fiyatlarına hemen zam yapabiliyor ama sabit gelirli çalışan ve emekliler ücret artışı için bazen beş ile on ay arasında bir süre beklemek zorunda kalıyor. Ekonomi yönetiminin ve iş dünyasının enflasyon konusunda daha duyarlı olmasını sağlamak için fiyatlar aniden yükselişe geçtiğinde asgari ücretin belirlenmesi ve emeklilerin yarı yıl zammı erkene alınabilir. Örneğin arka arkaya gelen üç ayın toplam enflasyon oranı yüzde 5’i veya 6’yı aştığında asgari ücretin ve emekli maaşlarının ayarlanması, normal zaman beklenmeden hemen gündeme alınabilir.
4- Devletin de yoksulluk sınırını açıklaması: Bugüne kadar açlık ve yoksulluk sınırı işçi ve memur sendikalarının TÜİK de bu tür bir çalışma yaptığı takdirde, ücret zamları konusunda daha adaletli bir çözüm bulunmasına katkı sağlayabilir.
5- Fiyat istatistiklerinde şeffaflığın sağlanması: Son yıllarda TÜİK üst yönetiminin ve hesaplama yöntemlerinin sık sık değiştirilmesi ekonomik kamuoyunun fiyat istatistikleri konusundaki kuşkularını artırdı. Geçen yılın mayıs ayında tüketici endeksindeki mal ve hizmetlerin fiyatlarının açıklanmasına son verilmesi, kamuoyunda TÜİK’in fiyat istatistiklerine duyulan güvensizliği daha da güçlendirdi. Örneğin haberleşme konusunda mobil tarifeler ve benzeri ücretlerde yıllık olarak yüzde 70 ile yüzde 100 arasında artışlar yapılırken TÜİK’in haberleşme grubundaki fiyat artışlarının yüzde 35 ile yüzde 40 arasında açıklaması güvenilirliği azaltan diğer bir uygulama oldu.
Görevine yeni başlayan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in fiyat istatistiklerinin olduğundan daha olumlu açıklanmasının vebalinin ve ahlaki sorumluğunun çok ağır olduğunu dikkate alarak şeffaflık konusunda önlem alması güvensizliği azaltabilir.