Üçlü açmaz ve bağımsız para politikası

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Uluslararası para sistemi ülkelerin para politikaları etkinliğini belirler. Burada üç temel tercih para politikasının başarısında öne çıkar. Bunları döviz kurunun hangi sisteme göre belirlendiği, sermaye hareketlerine yönelik kontroller ve merkez bankasının bağımsızlığı olarak sıralayabiliriz. Teorik olarak bir ülke sabit döviz kuru altında sermaye hareketlerini serbest bıraktığında merkez bankası bağımsız olamaz dolayısıyla para politikası etkinliğini yitirir (trilemma). Bundan dolayı bağımsız bir merkez bankası isteniyorsa sermaye hareketlerini kontrol etmeli. Bu kabul Bretton Woods sistemi döneminde işledi. Yani ülkeler bağımsız para politikası için sabit döviz kuru sistemine bağlı kalırken sermaye hareketlerini kontrol etti. Bu yaklaşım altında Mundell-Fleming’in ayrı ayrı yaptıkları çalışma yatmaktaydı. Onlara göre bir ülke finansal serbestlik, bağımsız para politikası ve sabit kur rejiminden ancak ikisini seçerse uygulanan para politikası başarılı olabilirdi.

1980 sonrası finansal serbestliğin etkinliğin artması ile birlikte sermaye hareketlerinin önündeki engeller kaldırıldı ve finansal sektöre ilişkin düzenlemeler en aza indirgendi. Bu süreçte esnek döviz kuru, finansal hareketler serbestlik ve bağımsız merkez bankacılığının olduğu bir sisteme geçildi. Bu sistem aslında 2008 krizi ile çöktü ise de itiraf eden pek olmadı. Ancak bugün biliyoruz ki gelişmiş ülkelerle Çin arasındaki ticaret savaşı aynı zamanda döviz kuru savaşı. Bu savaş bile sistemin işlemediğini göstermekte.

Sistem gelişmiş ülkelerde kısmen işledi ise de gelişmekte olan ülkeleri açmaza sürükledi. Çünkü gelişmekte olan ülkelerde bağımsız para politikası bu sistemde işlemedi. Birçoğu derin krize girdi. Ancak kriz yine tam olarak tanımlanmadı. Krizin suçu merkez bankası bağımsızlığının hükümetler tarafından örselendiği savı ortaya atıldı. Üstelik bu savı güçlü kılan bir uygulama olarak öne çıkan enflasyon hedeflemesi de tökezlemeye başladı.

Türkiye de küresel ekonomideki bu dönüşümlerden payını aldı. 1989 yılında sermaye hareketlerinin önündeki engeller kaldırıldı, sabit döviz kuru altında bağımsız para politikası izlenmeye çalışıldı. Bu politika 1994 de tekledi ancak çöküş 2001 krizi ile geldi. Koalisyon hükümeti para kurulu sistemine (currency board) geçti. IMF ve kurumun önde gelen iktisatçıları bu sistemin işlemeyeceğini kitaplarında, makalelerinde yazsalar da (Stanley Fischer bir örnek), Türkiye’nin politikalarına övgüler düzdüler. O dönemde bu sistemin ancak yüksek döviz stokuna sahip, sermaye girişinin kesintisiz olması halinde işleyeceğini, Türkiye’nin bu imkanlara sahip olmadığı için uygulanan para politikasını krize neden olacağını söyleyen akademisyenleri de kimse dinlemedi (bu köşenin yazarının da o dönemde uyarıcı yazıları vardı). IMF’in bir uzmanı Türkiye’ye yön verdi. Uzmanı boyalı basın çok sevdi, sevgilisine kadar haber yaptılar.

Türkiye 2001 krizi sonrası esnek döviz kuruna geçti, ancak sermaye hareketleri yine serbestti. Hatta sermaye gelsin diye IMF’in her istediğini yaptı. Yeni gelen hükümet (AKP) bu politikaya destek verdi, enflasyon hedeflemesine geçti. Bu köşenin sahibinin de dahil olduğu bazı iktisatçılar enflasyon hedeflemesinin o dönemde doğru tercih olduğunu ancak uzun dönemde hele ki bütçe dengesi kaybolursa krize girileceğini ifade etti (bakınız Ekonomide Masallar Gerçekler kitabı). Hükümet özellikle 2008 küresel krizin etkisi ile artan dolar bolluğunu fırsat bilerek tam aksini yaptı, sermaye hareketlerine ülkeye yönelmesini teşvik etti, bütçe dengesi ve cari denge bozuldu, enflasyon hedeflemesi çöktü, ekonomi krize girdi.

Hükümet krizden çıkmak için yine yüksek faiz, esnek döviz kuru ve sermaye girişine dayalı bir modele geçti. Yurtiçi faiz oranları dünya faiz oranlarının üzerinde olunca doğal olarak sermaye girişi oldu, döviz kuru istikrarı kısmen sağlandı. Uluslararası finansal çevreler bu gelişimden memnun kaldı. Nitekim derecelendirme kuruluşları arka arkaya Türkiye’nin notunu artırdı. Hükümetin yeniden bağımsız merkez bankası modeline geçtiğini bu çevreler teyit etti.

Çoğu iktisatçının bağımsız merkez bankası ile sorunların çözüleceğine ilişkin genel bir kabulü var. Burada bir yanılsama söz konusu. Onlar bağımsız merkez bankasını hükümetin merkez bankasının para politikasının araç ve amaçlarına karışmamak olarak görmekte. Halbuki bağımsız merkez bankası/para politikası bu kısır tanımlamaya sığmaz. Yapılan tanımlama hükümetten bağımsız merkez bankası tanımlamasıdır. Gerçekte bağımsız merkez bankası ancak sermaye hareketlerin kontrol edilmesi ile var olur. Yani bağımsızlık kavramını iyi anlamak lazım.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün tanımlaması ile nasıl ki bir ülke ancak ekonomik bağımsızlığını kazandığında tam bağımsız oluyor ise, bir merkez bankası da sermaye hareketleri üzerinde de hükümran olursa tam bağımsız olur.

Okuma önerisi: İktisat ve Toplum Dergisi, Eylül 2024 sayısı.

Tüm yazılarını göster