Üç Deniz Projesi, Ukrayna, Rusya…

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Bir ülkenin gerçek dış politika yönelimini anlamak için söyleme değil, eyleme bakmak gerekir.

Türkiye’de AK Parti yetkilileri ya da hükümete yakın duran medya organlarına bakıldığında dış politika söyleminin Batı karşıtı olduğunu görmek mümkün. Ancak “eylem” tam tersi bir görüntü çiziyor;

AK Parti hükümetini, başta ABD olmak üzere Batı ile karşı karşıya getiren başlıca eylem Rusya’dan S-400 füze savunma sistemleri alınması oldu;

Ancak bu alımın tam da ülkedeki darbe girişiminin ertesine rastladığını unutmamak gerekir. Nitekim, o dönemde “Türkiye’nin savunması için olmazsa olmaz” diye lanse edilen S-400 füzeleri hala paketinden çıkarılmış değil. Üstelik Washington’la Patriot füze sistemi, Fransa-İtalya ile de SAMP-T füze sistemleri alımı için temaslar da devam etmekte.

AK Parti hükümetinin Batı ittifakına aykırı gibi görünen eylemleri arasında Suriye’de Rusya ile kurulan Astana/Soçi işbirliği süreçleri de var;

Ancak bu süreçlerin yürümediğini, İdlib’de Türkiye ile Rusya/Esad yönetiminin askeri anlamda sürekli karşı karşı geldiklerini, hatta Rus savaş uçaklarının bombardımanları sonucu son dönemde sürekli şehit verildiğini de hatırlamak gerekiyor.

Fırat’ın doğusundaki PKK terör örgütü bağlantılı PYD-YPG yapılanması konusunda Ankara doğrudan ABD ile karşı karşıya gibi görünse de, Moskova’nın da bu yapıya destek verdiğini –hatta Washington’da olmayan PYD ofisinin Moskova’da hala resmen faaliyetlerine devam ettiğini- unutmamak lazım. Suriye’de Rusya ile kurulmuş olan şartlara bağlı/geçici işbirliği miadını doldurmuş görünüyor.

RUSYA’DAN ART ARDA UKRAYNA UYARILARI

AK Parti hükümet yetkilileri söylemde Rusya’ya karşı çok dikkatli de olsa, eylemde Batı ittifakının Rusya’yı çevreleme politikasının bir parçası gibi hareket ediyor;

Batı ile Rusya’nın bugünlerde karşı karşıya geldiği iki cephe var; Ukrayna’daki Donbass ile, Moskova ile “kader birliği” yapmış olan Belarus.

Ukrayna’dan ayrılıkçı Rus milliyetçileriyle Ukrayna silahlı kuvvetlerinin zaman zaman çatışmaya girdikleri Donbass konusunda Türkiye –dolaylı olarak- en aktif ülkelerden biri. Dolaylı ilişki, Türkiye’nin Ukrayna’ya sattığı SİHA’lardan geliyor. Şimdilerde, SİHA satışı dışında Ukrayna’da ortak SİHA üretimi de gündemde.

Rusya ise Türkiye-Ukrayna SİHA işbirliğine karşı tavrını, 19 Kasım’da Karadeniz filosu ile Ukrayna açıklarında yaptığı “SİHA püskürtme tatbikatı” ile gösterdi. Bizzat Putin bile devreye girerek, Türk SİHA’larının bölgede kullanımının barışı baltalayıcı bir girişim olduğunu söyledi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Rus mevkidaşı Lavrov ile geçen hafta yaptığı telefon görüşmesi de –Rus basınında çıkan haberlere göre- pek olumlu geçmedi.

BELARUS KRİZİNDE TÜRKİYE’NİN TUTUMU

Batı ülkeleri Ukrayna üzerinden Moskova’ya baskıyı arttırdıkça, Rusya’nın “karşılığının” da Belarus üzerinden geldiğini söylemek yanlış olmaz;

Belarus’un Avrupa’ya geçmek isteyen Ortadoğu kökenli sığınmacıları Polonya sınırına yığmasının ardında Moskova yönetiminin olduğu sır değil. Avrupa Birliği bu konuda teyakkuz ilan etmiş durumda. O kadar ki, Ortadoğu ülkelerinden Belarus’a yolcu taşıyan havayolu şirketleri bile hedefe alındı. Havayolu şirketinin, ülkelerin vize politikalarıyla herhangi bir ilgisi olmamasına, vizesi/pasaportu olan ve ücretini ödeyen tüm yolcuları taşıma hakkı bulunmasına rağmen, AB’nin yarattığı yaygara ortamında Türkiye, -sivil havacılık tarafından yapılan bir açıklama ile- bu haklarından vazgeçtiğini açıkladı.

Böylece Türkiye, Belarus üzerinden kotarılmaya çalışılan sığınmacı krizinde de Batı ile saf tutmuş oldu.

ÜÇ DENİZ PROJESİNE TÜRKİYE’NİN İLGİSİ

Türkiye’nin Batı ittifakı yanında saf tuttuğunun son göstergesi ise “Üç Deniz Projesine” Ankara’nın ilgisi;

 Çavuşoğlu, Polonya’nın inisiyatifi ile oluşturulan “Üç Deniz Projesi’ne” “Türkiye’nin önemli katkı sağlayabileceğini”, hatta oluşumun bir sonraki zirvesine Türkiye’nin de katılmak istediğini açıkladı.

Üç Deniz Projesi tarihi boyunca Rus baskısı altında yaşayan, birkaç defa bölünen Polonya’nın başlattığı bir inisiyatif. Projenin tarihi 1900’lü yılların başına dayanıyor. 1918’de kurulan Polonya devletinin ilk Cumhurbaşkanı Josef Pilsudsk  Adriyatik, Karadeniz ve Baltık denizine kıyısı olan ülkelerle “Denizler Arasında/İntermarium” adlı bir oluşum kurulmasına ön ayak olmuştu. Ancak bu oluşum, 2. Dünya Savaşı ve sonrasında kurulan iki kutuplu dünya şartlarında yok olup gitti.

Varşova Paktı’nın çöküşünün ardından NATO ve AB üyesi olan Polonya, yeniden artan Rus baskısına karşılık 2015’de, “üç deniz inisiyatifi” adı altında 100 yıllık bu projeyi yeniden hayata geçirdi.

Üç Deniz Projesi’ne Avrupa Birliği’nin doğusunda kalan 12 ülke üye. Yunanistan da bu yıl “davetli” olarak projenin Sofya’da yapılan zirve toplantısına Cumhurbaşkanı seviyesinde katıldı.

Proje ekonomik işbirliği üzerine kurulmuş olsa da, perde arkasında  Doğu Avrupa üzerindeki Rus tehdidine ve Çin etkisine (Kuşak ve Yol Projesi) karşı Amerikan desteğini görmek mümkün.

Nitekim Yunanistan’ın projeye dahil olmasıyla, son dönemde artan Washington-Atina işbirliğini de birlikte ele almakta fayda var;

Üç Deniz Projesi’nin hedeflerinden biri olan “Via Carpatia” koridorunu–Litvanya’daki Klaipeda limanını Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan üzerinden Yunanistan’ın Selanik limanına bağlayacak 718 kilometrelik koridor- son dönemde ABD’nin Dedeağaç’a yaptığı askeri yığınakla ayrı düşünmemek gerekiyor. Nitekim Ankara’yı alarma geçirip, Üç Deniz’e katılma isteğini körükleyen de bu durum gibi görünüyor.

S-400 alımıyla başlayan “Türkiye yön mü değiştiriyor” tartışması, tarihe gömülüyor gibi;

AK Parti hükümeti Batı-Doğu ekseninde –söylem ne derse desin- ABD ve müttefiklerinin yanında giderek daha güçlü şekilde yer alıyor.

Tüm yazılarını göster