TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski geçen yılın 3 Aralık günü gerçekleşen Yüksek İstişare Konseyi toplantısında yaptığı konuşmada TÜSİAD’ın 50.kuruluş yıldönümünü kutlayacağı 2021 yılında kamuoyu ile paylaşmayı düşündüğü çalışmadan bazı ipuçları vereceğini belirterek şunları söylemişti:
“Dünyadaki başarılı ülke örnekleri gösteriyor ki kalkınmanın gerçekleşmesinde, her aşamada iş birliklerinin büyük önemi var. İş dünyasi ile üniversiteler, iş dünyası ile kamu kurumları, iş dünyasının kendi içindeki tedarik zincirleri bu işbirliğinin önde gelen örnekleri. Teknolojiyi geliştirmek de, insan yetkinliklerini yükseltmek de ancak bu işbirliği ve bilim özgürlüğü ortamında gerçekleşiyor. İş birliklerinin başlıca koşulu ise toplumda, ekonomide, siyasette güven ortamını yaratmaktır. Önde gelen unsur ise hukukun üstünlüğüdür.”
TÜSİAD 50.yıl projesi olarak uzun süredir üzerinde çalıştığı, Türkiye’nin geleceğinin inşası için bir yol haritası önerisini içeren “Geleceği İnşa” çalışmasının tanıtımı dünkü Yüksek İstişare Konseyi toplantısında yapıldı. TÜSİAD’in raporu Türkiye’yi çok boyutlu bir çıkmaza sürükleyen anlayışın iflasının bütün boyutlarıyla ortaya çıktığı bir noktada kamouyu ile paylaşıldı. Özellikle 2017 yılından bu yana, himayesindeki yandaş kesimin kayırılmasını amaçlayan uygulamalarıyla ekonomimizi çıkmazdan çıkmaza sürükleyen iktidar anlayışının Türkiye’nin dünyadaki itibarını sarstığı, TL.’yi en çok değer kaybeden para haline getirdiği ve halkın büyük bölümünü yoksullaştırdığı ortamda, Türkiye’nin farklı bir anlayışla bambaşka bir noktaya gelebileceğinin ortaya konması da bir çıkış yolu arayanlara umut aşılamış oldu.
İnsana odaklanmış kalkınma anlayışı
TÜSİAD’ın çalışması günümüzün dünyasında bir ülkenin kalkınmasının ve refaha kavuşmasının ancak insana odaklı bir yaklaşımla mümkün olabileceği gerçeğini vurguluyor. Çağa uygun kalkınma anlayışında insan hem özne hem de hedef haline gelmiş durumda.. Bugün taşa,toprağa, binaya yatırım değil insana yatırım önemli. İnsani gelişme ve yetkinleşme önemli. Bilim ve teknolojiye yatırımla sağlanan inovasyon kapasitesi önemli. İyi çalışan kurumlara ve kurallara dayanan bir güven ortamının oluşması, hukukun üstünlüğünün sağlanması önemli.
TÜSİAD çalışması bu noktaları vurgularken yepyeni bir şey söylemiş olmuyor aslında. Söylenenlerin çoğu ülkemizde de defalalarca tekrarlanmış olan, hatta zaman zaman iktidar partisinin söylemini bile etkileyen gerçekler. Ancak son yıllarda ülkemizde tüm bu gerçekleri reddeden bir anlayışın yaygınlaştığını, önceliklerin tamamen değiştiğini, özellikle Başkanlık sistemine geçildikten sonra hukukun üstünlüğünün yok olduğunu, denetimsiz keyfiliğin hüküm sürdüğü bir anlayışla Türkiye’nin pek çok alanda yokuş aşağı gittiğini görüyoruz. TÜSİAD’ın çalışması da bu gidişe dur demenin zamanının geldiğini vurgulayan bir girişim olarak değerlendirilebilir.
AKP’nin iki dönemi
TÜSİAD çalışması Türkiye’nin bütün önemli kriterlere göre nasıl gerilemekte olduğunu çarpıcı verilerle ortaya koyuyor. Bu veriler Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) ilk iktidar döneminde başarılı bir performans sergileyen Türkiye’nin daha sonra nasıl geri gittiğini gösteriyor. Örneğin orta ve yüksek teknolojinin üretimdeki payı 2002 sonrasında artarken 2009’dan sonra gerilemeye başlıyor. Türkiye’nin kişi başına geliri 2000 yılında OECD ortalamasının %18’i düzeyindeyken bu oran 2013’de %34’e yükseliyor ama 2020’de %22’ye düşüyor. AR-GE harcamalarının milli gelire oranında, fiyat istikrarında, dış kaynak temininde ve belki de en önemlisi yaşam memnuniyetinde Türkiye OECD ülkeleri arasında en son sırada. Günümüzde en önemli gelişme kriterlerinden biri haline gelen internet ve bilgisayar kullanımının bölgelere göre eşitsiz dağılımında ise Türkiye açık farkla birinci sırada.
Türkiye “dar koridor”un dışında
TÜSİAD’ın raporunun tanıtımı için dün düzenlenen toplantıya konuşmacı olarak katılan dünyaca tanınmış iktisatçı Daron Acemoğlu “Dar Koridor” adlı son kitabına gönderme yaparak ancak toplumun gücüyle devletin gücü arasında bir dengenin kurulabildiği dar koridorda demokrasiyle ekonomik kalkınmanın birlikte gelişebildiğini söyledi. Acemoğlu bir soru üzerine Türkiye’de sivil toplumun yeterince güçlü olmamasının bu dengenin kurulmasını engellediğini, bu nedenle sivil toplumun güçlenmesinin büyük önem taşıdığını vurguladı. Acemoğlu sunumunda kullandığı verilerle Türkiye’nin son yıllardaki gidişatının ülkeyi dar koridordan nasıl uzaklaştırdığını ve devletin ekonomiye yaptığı müdahalelerin özel sektörün performansını nasıl düşürdüğünü de gözler önüne serdi.
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslovski de yaptıkları konuşmalarda Türkiye’de demokrasinin bekası için en önemli koşulun laikliğin korunması olduğunu vurguladı. Özilhan Türkiye’nin dünyadaki değişime ayak uydurmak için son treni yakalamak zorunda olduğunu belirtirken Kaslosvki de Türkiye’nin “çölleşme” ve “çoraklaşma” tehdidiyle karşı karşıya bulunduğunu, 20 yıl sonra 30,000 dolarlık kişi başına gelir hedefine varmak için de TÜSİAD raporundaki önerilerin benimsenmesi gerektiğini vurguladı.
TÜSİAD gene tartışma yaratır mı?
TÜSİAD çalışması Türkiye’nin kritik bir dönüm noktasına geldiği noktada açıklandı. Başkanlık sisteminin ciddi biçimde sorgulandığı, TC Merkez Bankası’nın itibarının yıpratıldığı, Türk lirasının hızla değer kaybettiği ve iş dünyasının önemli bir kesiminin “bu iş böyle gitmez” demeye başladığı ortamda TÜSİAD’ın bu çıkışı yapması ayrı bir önem kazanıyor. 50 yıllık tarihi boyunca ses getiren ve tartışma yaratan çıkışlara imza atmış bulunan TÜSİAD’ın bu çıkışının da yeni tartışmalara yol açması beklenebilir. Türkiye’nin seçim takviminin ve gündeme gelebilecek siyasi seçeneklerin yaygın biçimde konuşulduğu bir ortamda bu tartışmaların farklı boyutlara taşınması da söz konusu olabilir.
TÜSİAD’ın bu çalışmayla ortaya koyduğu “gelişmiş, saygın, adil ve çevreci Türkiye” hayalinin gerçekleşmesi bundan sonraki sürecin nasıl yönetileceğine bağlı görünüyor. Türkiye’nin şimdiki yönetim sistemiyle ve anlayışıyla yola devam edemeyeceği korusunda hemfikir olan siyasetçilerin ve sivil toplum kuruluşlarının bu rapora vereceği katkı ya da tepki bu nedenle kritik önem taşıyor.