‘Yeşil ekonomiyi anladık da turuncu nereden çıktı?’ diyorsanız haklısınız. Geçenlerde Güney Kore’nin K-pop şarkıları ve Netflix dizileriyle yaptığı ataktan bahsedince yaratıcı sektörleri yazmayı düşündüm. Bu alana ‘turuncu ekonomi’ de dendiğini bu vesileyle öğrendim.
Turuncu antik devirlerden beri kültürü, yaratıcılığı ve kimliği simgelemiş. Nitekim eski Mısır’daki firavun mezarlarının süslemelerinden Cadılar Bayramı’ndaki kabaklara kadar çok çeşitli yerlerde bu renge tesadüf ediyoruz.
Peki, yaratıcı sektörler deyince aklımıza ne gelmeli? John Howkins, fikri mülkiyet içeren tüm konuları bu kapsama alıyor: Reklam, mimari, zanaat, tasarım, moda, film, oyunlar, müzik, yayıncılık, araştırma-geliştirme, yazılım, TV-radyo ve görsel sanatlar.
Çok geniş olan bu sahada birbiriyle ilintili üç faaliyet var: Yaratıcılığa dayalı kültür-sanat (mesela resim), fikri mülkiyete dayalı sektörler (mesela yazılım) ve bu iki alandaki fikirleri ürün ve hizmetlere dönüştüren değer zinciri (mesela film karakterlerinin oyuncakları)
Ülkemizin bu sahada çok hızlı ilerlemesi pek çok açıdan kritik.
Birincisi, çok büyük bir alan. Dünyada 5 trilyon dolar bir büyüklükte, bizim milli gelirimizin yedi katı ve Alman ekonomisinden daha büyük bir hacimde olduğu düşünülüyor. Sadece ABD’de 900 milyar doların üzerinde katma değer yarattığı, 5 milyonun üzerinde iş sağladığı ve ekonominin yüzde 4’ünden fazlasını oluşturduğu tahmin ediliyor.
İkincisi, katma değeri çok yüksek. İhracatımızın kilosunun yaklaşık 1 dolar olduğunu, bu sayının Kore için 2,5 doları geçtiğini, Almanya ve Japonya için 4 dolara yaklaştığını hatırlayalım. Elbette yazılım veya filmde çok daha yüksek meblağlar söz konusu. Üstelik, üretimde yatırım için gereken sermaye, ham madde için gereken ithalat ve muhtemel çevresel etkiler bu alanda yok.
Üçüncüsü, yeni dünyanın kabiliyetleri sayesinde büyük bir ihracat potansiyeli taşıyor. TV dizilerimizin pek çok ülkede gösterilmesini veya ilk ‘unicorn’umuz (milyar dolar değerlemeli erken aşama girişim) Peak Games’in dünyanın her yanına ürün satmasını hatırlayalım.
Dördüncüsü, hele de uzaktan, tek başına (freelance) veya yarı zamanlı çalışmanın giderek yaygınlaşması sayesinde istihdama destek veriyor. İlk akla gelen vatandaşlarımızın ülkenin her yanından çalışabilmesi. Ama bunun ötesinde, yabancıların Türkiye’den çalışmasının da yolunu açıyor: Ege sahillerinde kod yazan bir Alman mühendis, Karadeniz yaylalarında yeni metnini yazan bir İngiliz senarist ya da Mezopotamya ovasında ilham arayan bir Fransız modacı…
Turuncu ekonomi bireyler, şirketler ve şehirler için ilginç fırsatlar barındırıyor. Örneğin daha kaliteli bir iş-hayat dengesine ulaşmak, dünyanın başka yerlerindeki fırsatlara erişmek, ürün/ hizmetimizin katma değerini artırmak veya ‘marka şehirler’ oluşturmak. Hepimizin mevcut kabiliyetlerimize ve hedeflerimize bir de bu gözle bakmamızda yarar var.
Halâ ikna olmadıysanız, sizi Frank Sinatra’ya havale ediyorum: ‘Turuncu en mutlu renktir!’