Fransa'da önce bir öğretmenin kafası kesilerek öldürülmesi, ardından Nice'deki terör saldırıları. Sonrasında Viyana'da bir grup teröristin halka ateş açması.
Saldırıların ortak noktası ise aşırı dincilikle bağlantılanması ve Batı'da "İslamcılık" kavramının yüksek sesle tartışmaya açılması.
İşin Türkiye'yi ilgilendiren tarafı da, tüm bu tartışmaların dönüp dolaşıp Suriye'ye odaklanması.
2000'li yılların başında dünyada aşırı dinci terörizmle Afganistan'ın adı birlikte anılıyordu. Şimdilerde bu Suriye'yle, özellikle de İdlib'de birlikte anılır oldu.
İdlib'in özelliği, bu bölgenin kontrolünün Türkiye-İran-Rusya anlaşmaları ile Ankara'ya bırakılması.
Karabağ'a "militan taşıma" iddiaları
Bitmedi;
Dağlık Karabağ'daki çatışmalara ilişkin tartışmalar da yine İdlib'e dayanmış durumda.
Batı batısında İdlib'deki cihatçı grupların Ermenilere karşı savaşmak üzere Karabağ'a gönderildiği iddialarını içeren haberden geçilmiyor.
Rusya da, üstelik resmi düzeyde, bu iddialara arka çıkıyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov son bir hafta içinde yaptığı tüm açıklamalarda Karabağ'daki "yabancı savaşçılara", bunların Suriye-İdlib bağlantılarına dikkat çekti. Sayı bile verdi; iki gün önceki açıklamasında Lavrov, 2 bin cihatçı militanın Karabağ'a taşındığını iddia etti.
Aşırı milliyetçi hareketler de gözlem altında
Türkiye, Batı ve Rusya tarafından sadece din odaklı aşırı örgütler konusunda sıkıştırılmıyor. Aşırı Türk milliyetçisi yapılanmalar da yavaş yavaş Türkiye bağlantılı olarak dünya gündemine getiriliyor.
Fransa mesela, ülkedeki "Bozkurtlar" adlı örgütlenmenin yasaklanacağını duyurdu.
Almanya kendi topraklarındaki "bozkurtlar" örgütlenmesini soruşturmaya zaten aylar önce başlamıştı. Bunlara bir de Rusya eklendi; Kurucuları arasında Rus Dışişleri Bakanlığı'nın da olduğu Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi'nin son Karabağ raporunda bölgeye savaşmak için Türkiye'den "bozkurtlar geldiğine" ilişkin ifadeler bulunuyor.
Kısacası Türkiye, hem Batı, hem de Rusya eliyle, aşırı dinci ve milliyetçi hareketlerin "sponsoru" durumuna düşürülmeye çalışılıyor.
Bunun bir sonraki aşaması, "teröre destek veren ülke" yaftası.
Türkiye ne yapıyor?
Peki Türkiye'yi zora sokacak bu gelişmelere karşı Ankara ne yapıyor?
İktidarı oluşturan AK Parti-MHP cephesi tehlikenin çok farkında görünmüyor, ya da aldırmıyor.
Mesela AK Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu hafta Samsun'da yaptığı "İdlib'de, Afrin'de, Zeytin Dalı'nda, Pençe Harekatı'nda şehitler verdik. Ama şunu unutmayın, her şehit bizim için arazilerin vatan olması demektir" ifadeleri Ankara'daki tüm diplomatik misyonlar tarafından altı çizilerek not edilmiş durumda.
Diplomatik kulislerde bu açıklamayla bağlantılı "Türkiye, Suriye'de kontrol ettiği toprakları ilhak mı edecek?" sorusu soruluyor.
Benzer şekilde MHP lideri Devlet Bahçeli'nin TBMM kürsüsünden söylediği "Nahçıvan'ın Azerbaycan'a katılması şart oldu" cümlesi de diplomatik kulislerde, Nahçıvan ile Azerbaycan arasında kalan Ermenistan'a ait toprakların savaşarak el değiştirmesi olarak yorumlanmış durumda.
Bir başka gelişme ise Fransa'da "radikal İslamcı fikirleri yaymak" suçlamasıyla kapatılmasına karar verilen BarakaCity adlı kuruluşla ilgili. BarakaCity’nin başkanı İdris Sihamedi sosyal medya üzerinden Türkiye'den iltica hakkı istedi. Daha önce insani, dini, ırksal ayrımcılık yaşayan yabancı kişi ya da kuruluşların benzer isteklerine sosyal medya üzerinden muhatap olmayan Göç İdaresi, Sihamedi'nin bu talebine yine sosyal medya üzerinden "başvurunuz değerlendirilecektir" yanıtını verdi. Ve bu yanıt da Ankara’daki tüm büyükelçilikler tarafından Türkiye'den ilticaya "yeşil ışık" olarak algılandı.
Kısacası, Türkiye üzerine "aşırı dincilik" ya da "aşırı milliyetçilik" üzerinden çok tehlikeli bir oyun oynanıyor.
Bu oyunun başarılması, iktidar/muhalefet denmeden, tüm Türk vatandaşlarının sıkıntıya düşmesi anlamına gelir.
Yine tüm bunların İdlib’de Türkiye açısından bir “kaos” senaryosunun işareti olduğunun da unutulmaması gerekir.