Otomasyon, yapay zeka ve dijital teknolojiler dünyayı değiştirirken, iş yaşamının dinamiklerini de yeniden şekillendiriyor. Çalışma modellerinin esnekleştiği, işgücünden yeni yetkinlikler beklentisinin arttığı bir çağa doğru ilerliyoruz.
McKinsey Global Institute (MGI) son yıllarda otomasyon, yapay zeka ve dijital teknolojilerin iş yaşamı ve işgücü üzerindeki etkilerini araştırıyor. Farklı ülkeler için öncelikli değişim alanlarını ön plana çıkarak, işgücünü geleceğe hazırlayacak yönelimlere ışık tutuyor. McKinsey Global’in 2020 yılında gerçekleştirdiği Yapay Zeka araştırması, kuruluşların yapay zekayı değer üretmek için bir araç olarak kullandığını ortaya koyuyor.
Araştırmaya katılan şirketler, yapay zeka uygulamalarının Ebitda’da yüzde 20 oranında artışı sağladığını ifade ediyor. Şirketler, COVID-19’un etkilerine ve dijital dönüşüme cevap vermek için yapay zekaya daha da fazla yatırım yapmayı planlıyor. Yapay zekaya yatırım ise önemli bir yetenek dönüşümünü beraberinde getiriyor.
McKinsey’nin “İşimizin Geleceği: Dijital Çağda Türkiye’nin Yetenek Dönüşümü” başlıklı raporuna göre, dünya genelinde mevcut teknolojiler, işlerin yüzde 50’sinin otomasyonla yapılmasına olanak sağlayacak nitelikte. Türkiye’de ise mevcut teknolojilerle her 10 meslekten 6’sı yüzde 30 oranında otomatize edilebilir durumda.
Rapor, önümüzdeki 10 yıl içerisinde otomasyon, yapay zekâ ve dijital teknolojilerin yaratacağı ekonomik fayda ve sosyal değişimler ile 3,1 milyon iş artışı yaratma potansiyeli olduğunu ortaya koyuyor.
Otomasyon ve dijitalleşmenin etkisiyle 7,6 milyon iş kaybolarak yeni işlere dönüşebilecek ve 2030 yılına kadar 8,9 milyon yeni iş oluşabilecek. Ayrıca, başta teknolojiyle ilgili alanlarda olmak üzere, tamamı yeni 1,8 milyon iş yaratılabilecek. Bu değişimi gerçekleştirebilmek için Türkiye’de işgücünde bulunan 21,1 milyon kişinin mevcut mesleğine devam ederken teknolojiden yararlanarak yetkinliklerini geliştirmesi gerekecek.
Raporun verdiği mesaj önemli: Türkiye’nin yetenek dönüşümü için ortak bir odak noktası yaratılmalı ve toplu bir hareket başlatılmalı.
McKinsey Türkiye Ortağı Manolya Yazarkan ile otomasyon, yapay zeka ve dijital teknolojiler dünyayı değiştirirken, Türkiye’nin konumunu konuştuk.
“Yapay zeka son 4-5 yılda çok ciddi atılım yapmış bir kavram. Bu da aslında tamamen son teknolojik gelişmelerle bağlantılı. Dolayısıyla iş dünyasında bunun yansımasını çok iyi bir şekilde görmeye başladık. 2020 yılında gerçekleştirdiğimiz global rapora göre, şirketlerin yüzde 50’si artık en az bir fonksiyonunda yapay zeka kullanmaya başladı. Bunu 5 sene önce belki sadece teknolojik bazlı şirketlerde görüyorduk. Yapay zeka uygulamaları bugün iki alanda öne çıkıyor: Gelir artırıcı uygulamalar ve masrafları aşağıya çekecek olan uygulamalar. Türkiye’de son 3-4 yıldır ciddi şekilde yapay zeka projeleri yapmaya başladık. Daha önce sadece banka ve telekom sektöründe gördüğümüz yapay zeka uygulamaları, artık üretim taraflarında da gündemde.”
“Dönüşüm yavaş oluyor. Sadece Türkiye olarak değil, globalde de yavaş dönüşüyoruz. Yaptığımız ankette, en az bir fonksiyonunda yapay zeka kullanan şirketlerin yüzde 22’si Ebitda’da yüzde 5 ya da daha fazla etki gördüğünü ifade ediyor. Şirketlerin sadece yüzde 50’sinin yapay zeka kullandığını dikkate alırsak, bu yüzde 50’nin yüzde 22’si etkiyi görmüş durumda. Dolayısıyla hala çok küçük bir kısım etkiyi görüyor. ‘Derin öğrenme’ konusuna giren ve bu alanda işlerini dönüştüren şirketlerin oranı ise sadece yüzde 16. Dönüşümün hızlanması için, öncelikle üst yönetimde konuyu çok iyi anlayan, yapay zeka dilini konuşan ve organizasyonu o tarafa doğru itmeye, büyütmeye hazır bir figür olması gerekiyor. Kobilerde ise o figürleri bulamaz hale geliyoruz. Bu konuda farkındalığın artması gerekiyor.”
“Yapay zekaya karşı korku var. ‘Bu gelecek bizim işlerimizin hepsini elimizden alacak’ korkusu hakim. Öte yandan, yapay zeka, bir ‘kara kutu’ olarak görülebiliyor. ‘Anlamıyorum. Anlamadığım için güvenmiyorum’ diyor insanlar.
Bunu da KOBİ'lerde çok görüyoruz. Neden? Çünkü eskiden bizim bildiğimiz modelleme çalışmalarından farklı çalışıyor. Yeri geldiğinde kendi algoritmasını kendi oluşturuyor. Böyle olunca yöneticiler, ‘Biz buna nasıl güveneceğiz? Nasıl her şeyi teslim edeceğiz?’ diyorlar. Ben bu korkuyu en büyük organizasyonlarda da görüyorum. Küçüklerde daha da fazla görüyorum. Bu korkuyu yenmekte kararlı olan şirketler ise, risk alabilecekleri bir yerden işe başlıyorlar. Örneğin bir banka, fiyatlamadan başlıyor. Fiyatlamada yüzde 5 daha az kazanırım diyor. Bir yerden başladıktan sonra da, etkiyi görmeye başlıyor, etkiyi gördükçe de güven geliyor.”
“Sonuç olarak dönüşümün temelinde; yetenek havuzu, çevik çalışma modeli, ve makine parkı unsurları var. Bunlar, Türkiye’de çok fazla şirketin elinde olan bir şey değil. Neden finans ve telekom sektörleri önde gidiyor? Çünkü onlar kendi operasyonlarını gerçekleştirmek için makine platformunu zaten önceden çözmüşlerdi. KOBİ'ler niye çözemiyor? Çünkü onlar için yeni bir yatırım. Bu durum düzelecek, çünkü artık büyük iş yapanlar bu teknolojiyi paylaşılabilir bir hale getirmeye başladı.”
“Dijital dönüşümün önündeki bir diğer engel de çevik çalışma. Çevik çalışma maalesef bizim ülkemizde hala yavaş yavaş gelişiyor. Bazı şirketler o atılımı yaptı, fakat birçok şirket hala silolar halinde çalışıyor. Bildiğimiz hiyerarşik yapılar değişmiyor; multidisiplinler yapılar oluşmuyor. Bunun sonucunda da sadece kod yazmayı bilen bir insanla doğru modeli oluşturamıyorsunuz. O insanın doğru modeli oluşturmak için tüm disiplinlerle iş birliği içinde çalışabilmesi gerekiyor. Aslında biraz start-up mantığıyla hareket etmek gerekiyor.”
“En sıkıntılı konuların başında yetenek geliyor. Amerika’da da böyle, Türkiye’de de, Avrupa’da da. Veri bilimcisi dünyada en zor bulunan profil haline geldi. Linkedin’in Emerging Jobs isimli bir raporu var. ABD ve Birleşik Krallık’ta yapılıyor. Bu rapora göre, en fazla aranan üç meslek: Yapay zeka uzmanı; robotik mühendisi ve veri bilimcisi. Bu alanlardaki uzmanlara yönelik inanılmaz bir talep var, ama arz henüz sağlanabilmiş değil.