Uzun yıllardır hep yakınıyoruz birçok şeyi bulamadığımız için… Bu nedenle de “Ahh! Nerede o Çanakkale domatesleri?! Nerede hakiki Van otlu peynirleri?!” gibi soruları sık sık duyuyoruz. Manavlarda şarküterilerde aynı adla satılanları var, ama neredeyse tamamı “çakma”, yani “kopya”ları. Hem de kötü kopyaları… Bunlar nedeniyle gerçek yerel ürünlerimiz büyük tehlike altındalar. Bu durumdan çıkış yolu, tarım ürünlerimizin, gastronomik zenginliklerimizin patentlenerek tescillenmesi, coğrafi işaretlerinin alınması.
“Coğrafi işaretleme”, yerel lezzetlerin, artizan üretimin korunması açısından büyük önem taşıyor. Bir yöreye, kent ya da köye özel bir ürün Türk Patent Enstitüsü tarafından tescil edildiğinde, hak etmeyenlerin o adı kullanması, “en azından” yasa gereği mümkün değil!
Evet, coğrafi işaret alabilecek ürünler anlamında şanslı bir ülkeyiz, ama yine de bunlar tehdit altında. Çünkü, daha gidilecek çok yolumuz var. Ocak başı itibarıyla 633 tescilli, 700 de başvurusu yapılmış coğrafi işaret bulunuyor.
Coğrafi işaretler yerel ürünlerin yaşatılmasına önemli katkı sağlasa da bu tatları gelecek kuşaklara aktaracak şeflerimiz de aynı hassasiyeti göstermeleriyle sonuç alınabilecek. Yoksa bizi büyük bir tehlike, mono kültür, tekdüze damak tadı bekliyor… Neyse ki son yıllarda çoğu şefler, kullandıkları malzemelerin doğallığını vurgulayarak öne plana çıkmaya çalışıyorlar.
Konunun bir başka yönü, Türkiye’de coğrafi işaret almak AB için geçerli olmuyor. AB’den tescil alabilmek için tekrar komisyona müracaat etmek gerekiyor. AB coğrafi işareti alan ilk ürünümüz Antep baklavası, tam dört yıl beklemişti. Onu Aydın inciri, Aydın kestanesi, Malatya kayısısı ve Milas zeytinyağı takip etti.
Peki coğrafi işareti kanun nasıl tanımlıyor?:
“Coğrafi işaret, belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri bakımından kökenin bulunduğu yöre, alan, bölge veya ülke ile özdeşleşmiş ürünü gösteren işarettir. Coğrafi işaretler, menşe adı ya da mahreç işareti olarak tescil edilir. Gıda, tarım, maden, el sanatları, sanayi ürünleri coğrafi işaret tesciline konu olabilir.”
Olabiliyor, ama bir başka sıkıntı, çoğu kez tüketicilerin bunlardan haberi olmayınca taklit ürünler raflarda yine satılmaya devam ediyor. Bu konuda farkındalığı artıracak bir kitap ulaştı elime geçtiğimiz günlerde. Oğlak Yayınları arasından çıkan kitabı, uzun bir süredir bu konuda düşünen ve fırsat buldukça yazmaya çalışan biri olarak çok önemli buldum. Adı, “Türkiye’nin Tescilli Lezzetleri, Coğrafi İşaretler.” Derya Nizam ve Raşit Çavaş imzası taşıyor.
Konuyu değerlendiren bir önsözün ardından yedi bölgemizde il il coğrafi işaretli ürünler haklarında bilgilerle birlikte anlatılıyor. Kitabın sonunda hazırlıklar ve yayınlanma aşamasında tescil edilen yeni ürünler sonraki baskılarda ayrıntılı bir biçimde anlatılmak üzere belirtiliyor. 422 sayfalık çalışma, yalnızca gıda alanındaki tescilli ürünleri sunduğundan gıda dışı alanlardaki ve kitapta yer almayan tescilli ürünler de son sayfada isim isim sıralanıyor.
Gastronomi üzerine kitaplarıyla sektörde önemli bir boşluğu dolduran, bu nedenle de Dünya Kitap 2020 Gastronomi Kültürü Emek Ödülü’nün de sahibi olan Oğlak Yayınları, Türkiye’nin coğrafi işaretlerinin envanterini sunan kitabın yerel tatların ve yöresel mutfakların korunmasına katkı sağlayacağına da dikkat çekiyor.
Kitapta dünyada 10 binden fazla coğrafi işaret bulunduğuna dikkat çekiliyor ve şehirli tüketicilerin şirket tarımı yerine küçük aile çiftçiliğini, endüstriyel tarım yöntemleri yerine geleneksel üretim pratiklerini ve genetiği değiştirilmiş tohumlar yerine yerel tohumları savunmaya başlamalarının önemi vurgulanıyor.
Dünya nüfusunun artışını göz önüne aldığımızda gıda üretim yeterliliğine ulaşabilmek için elbette ki endüstriyel üretim çok önemli. Ancak bunun, asırlardır üretilen yerel ürünlerin yok edilmesi gibi bir bedeli olmaması gerekiyor. Yukarıda da söylediğim gibi coğrafi işaretler önemli bir fırsat. Yoksa “Türk baklavasına sahip çıkabilecek miyiz, yoksa bu güzelim tatlımızı birileri elimizden alacak mı?” endişesini taşımaya yıllarca daha devam edeceğiz.