Keynes “Savaşı nasıl finanse etmek lazım?” (How to pay for the war?) başlıklı politika notunu 1940 yılında yazmıştı. İngiltere’nin bir yandan başlayan savaşı sürdürürken öte yandan milletin de karnını doyurmak için ne yapması gerektiğini somut olarak tartışıyordu, üstat. Aslında politika notunun amacı, tüm zorluklarına rağmen, İngiltere’nin başlayan savaşı sürdürülebilir kılmak için nasıl bir ekonomi politikası izlemesi gerektiğinin altını çizmekti.
“Savaşı çabucak bitirmenin yolunun uzun süre dayanmaya imkan verecek bir plan”dan geçtiği varsayımına dayanan çalışmanın asıl amacı ise karar alıcıların kafasında “berraklık” yaratmaktı. Savaş sürecinin getireceği eşitsizlikler düşünüldüğünde ancak sosyal adalete dayalı, nimet külfet dengesini dikkate alan, somut bir plan zihinlerde gerekli açıklığı sağlayabilir ve dayanma gücünü artırabilirdi.
Doğrusu ya, şimdilerde de benzer bir dönemden geçiyoruz. İhtiyacımız tam da o zihinlerdeki berraklık. Bu dönemi kafası karışık, ne yaptığını tam olarak idrak edemeyen, tekil çıkar gruplarının taleplerini can kulağı dinlemekten başka bir fikri olmayan bir idare ile geçiştirebilmek ne yazık ki mümkün değil. Neden?
Önce içinden geçtiğimiz bu dönemin yakın geleceğimiz açısından ne kadar belirleyici olduğunu vurgulayayım. Nasıl game changer (oyun değiştirici) hadiselerle karşı karşıyayız, bir vurgulayayım. Sonra da ilerlemek için nasıl bir zihin açıklığına ihtiyacımız olduğunu tarım üzerinden kısaca anlatmaya çalışayım. Nedense ben en çok bu konuda berraklığa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Müsaadenizle, derdimi anlatmaya çalışayım.
Bildiğimiz dünyanın hızla yeniden biçimlenmekte olduğu bir dönemden geçiyoruz. Neden? Birincisi COVID-19 pandemisi gezegenimiz üzerinde hayatın örgütlenme biçimini değiştirmemiz gerektiğini ayan beyan ortaya koydu. İkincisi, Rusya-Ukrayna savaşı hayatımızın örgütlenme biçimindeki değişimi ivmelendirdi.
Geçiş süreci insanı içeren her süreçte olduğu gibi düzenli değil, düzensiz olacak. Her insani süreç zaten niteliği itibariyle sallan/yuvarlan değil midir? Herkesin her grubun derdi ayrı, demokratik bir toplumda herkese kulak kabartmak lazım. Bu da öyle olacak. Ama şimdiden bu süreçte ülkelerin ikiye ayrılacağını söyleyebilmek mümkün: Ülkeler arası ilişkilerin kurallara dayalı olmasını isteyenler ile zorla/dayatmayla güzelliğin mümkün olduğunu düşünenler. Çin bir tarafta, Rusya öbüründe.
Siz Soğuk Savaş’tan kalma Biden’ın tanımladığı ayrımlara bakmayın. İşin aslını merhum İsmail Türk hocamın söylemeyi sevdiği gibi söylersem: Heybesinde satacak pamuğu olanlarla olmayanlar diye ayrışacağız. Çin ve Hindistan ilk grupta, Rusya ise ikinci grupta yer alıyor. Zihinlerdeki berraklığa en çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde söylemiş olayım.
Doğrusu 1949’da NATO’nun kuruluşundan beri en kapsamlı küresel yeniden yapılanmanın içindeyiz. Yetmiş üç yıldan beri ilk kez. Daha önce sürecin içinde olabilmek için 1950’lerde Kore’ye gitmiştik. Şimdi gördüğüm kadarıyla çok daha kolay.
Hem pandemi hem Rusya Ukrayna savaşı hammadde, enerji ve gıda fiyatlarının hızla yükselmesine neden oldu. Türkiye’nin bariz iktisat politikası hataları ile birleşince, artan küresel fiyatlar liranın değer kaybetmesi ile bize katlanarak yansıdı. Türkiye 1980 öncesine geri döndü. Sinirlenmeyin, analiz edin.
Şimdi Rusya Ukrayna savaşı hemen bitmeyeceğine, Yeşil Yeni Mutabakat sönüp gitmeyeceğine göre fiyatlarda birden bir sukünet, Türkiye’nin cari işlemler açığında aniden bir iyileşme filan beklememek gerekiyor. Ama memleketin kul işi bariz politika hataları serisi aynen devam ettiğine göre enflasyonda bir platodan ötekine hızlı sıçramalar berdevam.
Şimdilerde küresel fiyatları yumuşatan tek faktör Çin’de Şangay’ı kapatan ve giderek yayılan yeni COVID-19 salgını esasen. Oradan gelen etkiye şimdilik Çin’de daha çok Çin işi eski teknolojili aşıların kullanılmış olmasının yol açtığı, eski teknolojili aşıların virüsün yeni varyantlarına karşı güçlü koruma sağlamadığı tespiti şimdilik heyecanımızı azaltıyor olabilir. Yeni teknolojili aşıların Türkiye’de yoğun kullanımı bu çerçevede iyi. Ama her durumda Çin’den gelen yavaşlama etkisi hem fiyat hareketlerini yumuşatıyor hem de Türkiye’nin fırsat alanını genişletiyor olabilir. Memleketin artık kapsamlı bir plana ihtiyacı var dediğim işte bu ortam.
Ama yine de gıda fiyatları tartışması, hayat pahalılığı önemli bir parametre. Özellikle yoksulluğun 2018’den beri yeniden tırmanışa geçtiğini düşünürseniz hadise ciddi. Şimdi zihinlerde berraklık adına sorayım: Türkiye tarım ürünleri söz konusu olduğunda dışa bağımlı bir ülke midir? Doğrusu TÜİK verileri ile hazırlanan Grafik 1 öyle demiyor. Türkiye halen birçok üründe kendi yeterli bir üretim hacmine sahip. Grafik öyle diyor.
Tarımsal yeterlilik derecesi dediğimizde aslında yurtiçi taleple yurtiçi kullanılabilir üretimi karşılaştırıyoruz. Nedir kullanılabilir üretim? Yurtiçi üretim miktarından yıllık yaklaşık yüzde 4-5 civarında olan kayıpları düşüyoruz, bu tablo çıkıyor.
Tabii bir de tablo 1 var, tabloda dikkate alınması gereken Türkiye'nin yurt içinde ürettiği ürünün bazen neredeyse tamamına yakınını ihraç etmesi. Sonra iç tüketimi ithalatla karşılıyor. Burada önemli olan ve şimdilik bilmediğimiz parametre nedir? Ürün bazında ihracat ve ithalat fiyatlarıdır elbette. Türkiye acaba artan yoksulluk nedeniyle son dönemde yüksek kalitede yüksek fiyatlı ürünleri satıp, aynı ürünün düşük kalitede düşük fiyatlı olanını mı ithal ediyor? Bilmiyoruz. Ama söylenmesi gereken sanırım şu: Tarım konusunda ayrıntılı bir planlama çalışması için sağlam bir veri tabanına ihtiyaç var, ne olduğunu görmek için. Hadise göründüğü kadar basit olmayabilir.
Tabii burada bir de üçüncü hususu da analize dahil etmek lazım. Türkiye 2012 yılında bütün şehir yasasını çıkararak, köyleri büyükşehir belediyesine mahalleye dönüştürdü. Bu arada büyükşehir sayısını da otuza çıkardı. Köy hizmetlerini de zaten kapatmıştı. Köyler neden büyük şehir belediyesine mahalle oldu? Böylece belediye seçimlerinde büyükşehir belediye başkanlığı için oy verebilsinler diye. Bu uygulama 2014 yılı yerel seçimleri ile birlikte başladı. Bu “siyasi cinlik” ile tarımsal sulamaya belediyelerin su saati takmasına vesile oldu mesela.
Türkiye’nin tarım politikalarının bütünlüğü bu düzenlemeyle bozuldu. Ben Tarım Bakanlığı’nın bu sarsıntının etkisini hala aşamadığını düşünüyorum doğrusu. İsteyen bu yılın Tarım Bakanlığı bütçesinde tarım desteklerinden sorumlu bu otuz büyükşehir belediyesine tarıma aktarılmak üzere ne kadar komik bir tutar ayrıldığına bakabilir. Bir ülkenin bir tarım politikası olur, şimdi Türkiye’nin potansiyel olarak otuz farklı tarım politikası var ve belediyelerin imkânlarının ve yetkilerini sınırı da ortada.
Peki, köylerin mahalle statüsüne geçirildiği bu otuz büyükşehir belediyesi ili 2012 itibariyle Türkiye’nin tarımsal üretiminin ne kadarını sağlıyordu? Otuz büyükşehir 2012’de tarımsal alanların yüzde 56’sına, bitkisel üretimin yüzde 69’una ve hayvancılığın yüzde 52’sine sahipti. O yıl Türkiye’nin tarım politikası bütünlüğünü kaybetti.
Büyükşehir yasası Türkiye’nin bütüncül bir tarım politikası uygulama imkânını efektif olarak ortadan kaldırdı. Ben doğrusu bu yasanın kısmi mülahazalara dayalı kamu politikasının beklenmeyen etkileri konusunda ders olarak okutulacak zenginlikte sonuçlara neden olduğu kanaatindeyim.
İki tane seçimi kazanıp, büyükşehir belediyelerini elde tutalım diye, önü arkası düşünülmeden yapılmış bir düzenleme bugün Türk tarımının temel problemi bana sorarsanız. Doğrusu zihinlerde berraklık için bu konunun kapsamlı bir biçimde tartışılması gerekiyor. İlk adımı tarım konusunda atmış olayım.
Bu yıl Meclis’ten geçirilen yasayla “kırsal mahalle” diye bir tanım eklendi aynı düzenlemeye. Ama kırsal mahallenin neresi olduğuna burada ne yapılacağına kim karar verecek? Büyükşehir Belediye Meclisi. Yanlış berdevam gördüğüm.
Aslında bugün “Peki, Türkiye gıda fiyatları konusunda ne yapmalı?” diye başlayıp, üstadın politika notunda savaş dönemi için bu konuda yaptığı öneriyi tartışmaya açacaktım ama çok uzun oldu doğrusu. Bir daha ki sefere.
Demem o ki, berraklık için bir süre doğru zannettiğimiz yanlışlar konusunda tartışmamız ve analiz yapmamız gerekiyor. Zor mu? Hayır.