Türkiye ekonomisinin bugün karşı karşıya kaldığı ciddi sorunların başlıca nedenlerinden birisi 14 Mayıs 2023 seçimleri öncesi aylarca uygulanan katı “seçim ekonomisi”dir.
Türkiye 2021 yılı ortasından itibaren seçimlere odaklanmış bir ekonomi ile para ve kur politikası izledi. Aynı anda hem faizi hem de kuru kontrol etmeye çalıştı. Döviz likiditesini sağlamak için alışılmamış uygulamalara başvurdu, seçim sonrası döneme önemli riskler ve mali yükler aktardı. Tarihimizde eş benzerine az rastlanır bir parasal genişleme yaşandı. 2020 yılı sonunda 830 milyar lira olan Merkez Bankası bilançosu 3 yılda 8 katına çıkararak 2023 sonunda 6,5 trilyon lira yapıldı.
Hala bu seçim ekonomisinin yarattığı olumsuzlukların bedelini ödüyoruz. Ünlü atasözümüzde denildiği gibi tam bir “gündüz yenilen hurmalar, gece mideni tırmalar” durumunu yaşıyoruz.
Hafta sonu yapılan yerel seçimler öncesi aynı katılıkta bir seçim ekonomisi uygulanmadı ama hem politikalar hem de uygulamalar üzerinde bir seçim gölgesi hep vardı. Parasal genişleme durdu ama daralma olmadı. Şimdi seçimler geride kaldı ve yeni bir dönem başladı. Eğer bir erken seçim ya da referandum olmazsa Türkiye’nin önünde seçimsiz geçecek bir dört yıl var. Diğer deyişle ekonomide kaçırılmaması gereken bir fırsat penceresi var.
İktidar bloğunun kaybettiği ve CHP’nin güçlü bir zafer kazandığı bir tablo ile seçimler sona erdi. Klişe deyimiyle seçmen net bir mesaj verdi. İktidar mesajı aldığını ve gerekeni yapacağını söylüyor. Bu açıklamayı farklı okuyanlar olabilir. Ancak mesaj ne olursa olsun sıra ekonominin öncelikli meselelerinin çözümüne yönelik adımları atmaya gelmiştir. Türkiye’nin önümüzdeki dönemde ekonomiye odaklanarak, önce ekonomide istikrarı sağlaması ve beraberinde yapısal reformları hayata geçirmesi ve gerekli düzenlemeleri yapması gerekiyor.
Bu seçimsiz dört yılın ekonomide bir fırsat penceresi olarak görülüp;
1) Kapsayıcı ve yüksek bir büyüme,
2) Sürdürülebilir bir cari açık,
3) Güçlü bir işgücü piyasası,
4) Kırılgan olmayan bir mali denge ve kamu borç yükü,
5) Makul bir enflasyonun bir arada olduğu ekonomik tabloya ulaşılmaya çalışılmalıdır.
Bu beş başlık birbiri ile bağlantılıdır. Birbirini destekleyen başlıklardır. Ancak mevcut tabloda ekonominin önceliği fiyat istikrarını sağlamaktır. Bu da sancılı bir süreç gerektiriyor. Toplumun farklı kesimlerinin canını acıtacak önlemleri gerekli kılıyor. Fiyat istikrarı yönünde haziran ayından bu yana para politikası tarafından önemli adımlar atılmıştır ancak bu adımların yetersiz olduğu enflasyonun patikasından da anlaşılmaktadır. Türkiye’nin kısa vadede liradan kaçışı durdurması, mevduatın cazibesini tekrar artırması gerekiyor. Bunun için de şu anda yüzde 50 olan faizin daha da artmasına ihtiyaç duyulabilir. Faiz artışı tek başına yetmez, aynı zamanda likiditenin kısılması, bankacılık sistemine verilen para miktarının azaltılması, swap yolu ile sisteme likidite verilmesinin önüne geçilmesi gerekir. Bu da yetmez, dezenflasyonu destekleyecek maliye ve ücretler politikası uygulamaya konulmalıdır. Bütçe disiplini sağlanmalıdır. Burada sağlanacak tasarruflar ile TCMB bilançosu küçültülmelidir. Bunlar kısa vadede atılacak adımlardır. Dezenflasyonu sağlayarak hükümete soluk aldıracak, zaman kazandıracak ve uzun süredir rafta bekleyen yapısal adımları başlatmasına imkân verecektir.
Kısacası; ekonomideki sıkıntıları aşmak istiyorsak önümüzdeki dönemde bizi sıkı ve sıkıntılı bir dönem bekliyor olacak. Mesele seçimlerde ağır yara alan siyasi iktidarın bu adımları atmaya hazır olup olmadığıdır.