Türkiye’nin fabrika ayarları

Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

Cumhuriyetimiz 100. Yılını tamamladı. Bir neslin 25 yıl olduğu hatırlanırsa Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana dört nesil geçti. Ben Cumhuriyetin ikinci nesil çocuğuyum (1925-1950). Türkiye’nin fabrika ayarları Cumhuriyet’in kurucuları tarafından kararlaştırıldı. Bu ayarlar ilk üç neslin yaşamları boyunca büyük oranda uygulanmaya devam etti. Şimdi dördüncü nesil iş başında. 

Bu ayarlarla, özellikle ilk ve ikinci nesiller şaşılası bir yükün altından kalkmaya çalıştılar. Devir aldıkları Osmanlı borçları yetmiyormuş gibi elde avuçta da pek bir şeyleri de yoktu.  Atatürk bu durumu “Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz…” diyerek özetlemişti. Bizler ‘balık hafızalı’ olsak gerek o günlerden nereye nasıl geldiğimizi pek hatırlamayız. 

Cumhuriyeti kurmakla yükümlü ilk neslin o yıllardaki gerçeklerini hatırlamakta ve sık sık birbirimize hatırlatmakta fayda var. Erkeklerin %7’si, kadınların %04’ü okuma yazma biliyordu. 13 milyon nüfusun çoğu göçebe, dörtte biri Türkçe konuşamayan 11 milyonu kırsal bölgede 40 bin köyde yaşıyordu. Bu köylerin %93’ünde okul, posta servisi ve dükkân yoktu. Tamamı yabancı şirketlere ait 4000 km. kadar demiryolu vardı. Denizcilik ve donanmamız yok gibiydi. Bir avuç tarım mühendisimiz vardı. Tüm ülkede 337 doktor, 434 sağlık memuru, 60 eczacı ve sadece 136 diplomalı ebe vardı. Doğumların yarısından çoğunda bebekler ölüyordu. Milyonlarca insan trahomluydu, sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halindeydi. Az sayıda şehirde eczane vardı. Telefon, motor ve makine neredeyse yoktu. Hereke İpek Dokuma, Feshane Yün İplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikaları hariç gerisi atölye çapında sadece 300 kuruluşumuz vardı. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyorduk. Tüm ülkede 153 orta eğitim kuruluşu vardı. Osmanlı’ya matbaanın girişinden (1727) yüz yıl sonrası basılan toplam kitap sayısı sadece 180 idi. Aynı sürede Batı’da basılan kitap sayısı ise 90.000 idi.

Nereden nereye! Birinci nesil çok çalıştı. İkinci nesil de. Bu nesil telefon alabilmek için yıllarca beklediğimizi, sırası gelene kadar büyür diye çocuklar adına telefon başvurusu yaptığımız yılları iyi hatırlar. Resim çektirmek için fotoğrafçı dükkânlarına gittiğimizi, başvuru yazıları yazmak için daktilolarıyla arzuhalci denilen, seyyar satıcılar gibi bazı mekânlar dışında yerleşip müşteri bekleyen, kişilere gittiğimizi de hatırlarlar. Haberleşmek için paylaşmak istediğimiz mesajlarımızla postanelerde sıra beklediğimizi de unutmamışlardır. Facit marka kollu hesap makinalarıyla toplama çıkarma yaptığımızı unutmadık. Biriktirilen paralarla Sümerbank’tan kumaş alıp terzide elbise diktirdiklerini, Beykoz Kundura Fabrikası yapımı ayakkabılarını giyip bayram ziyaretlerine gülücükler saçarak gittiklerini de hatırlarlar. Çok partili rejime geçişimizi, ilk askeri darbeyi de unutmadılar. O sıralar Türkiye beş aşağı beş yukarı hala fabrika ayarlarındaydı. Üçüncü nesille beraber işler değişmeye başladı. 

Şimdileri herkesin cebinde telefon var. Artık resim çekmek için kameraya bile gerek yok. Cep telefonlarıyla sadece fotoğraf değil film bile çekiliyor. Hesap makinaları da telefona yüklü. Hemen herkesin ya kucağında ya masasında bir bilgisayar var, yazıcılar var. Ne yazacağı konusunda hiçbir fikri olmayanın bile sayfalar dolusu yazı yazabilecek imkânı var. O da yetmiyor şimdileri yapay akıl icat edemedikleri için yapay zekâ icat edenlerin hediyesi olan yazılımlar var. Artık senin bir şey yazmana, çizmene gerek yok ‘zeki’ yazılım yazıyor da yazıyor. O yazmazsa kes yapıştır var. Haberleşmek için postaneye gerek yok. Artık giysilerimizi ve ayakkabılarımızı, gücümüz yetiyorsa butiklerden, dışarıya ihraç ettiğimiz markaların perakende mağazalarından bayramdan bayrama değil de para bulduğumuzda canımız isteyince alıyoruz. Para bulamazsak kredi kartlarına basıyoruz. Çok partili rejime geçeli çok oldu. 155 kadar siyasi partimiz var. Kısacası birçok şey değişti. Tüm bu değişiklikleri, iyisiyle kötüsüyle, bize kazandıran ve dördüncü nesle (2000-2025) bırakan Cumhuriyet’in ilk üç nesli bunları ülkenin kuruluş parametreleriyle yani, fabrika ayarlarıyla oynamadan başardı. 

Peki, neydi bu ayarlar. Önce yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş parametreleri vardı. (1). Vatansız, (2) Milletsiz, (3). Devletin egemenliğini sağlayacak düzenlemesiz bir devlet olamayacağını bilen, anlayan ve seçeneklerini enine boyuna irdeleyen kurucular günümüz anayasasının ilk dört maddesinde belirtilen özellikleri bilinçli olarak seçtiler. Bu seçimler o yıllarda yapılacak en rasyonel seçimlerdi. Karmaşa ve Bir Düzen başlıklı anlatı kitabı bu seçimleri inceler1. 

Sonra izlenen ekonomik politikalar vardı. Günün şartlarında eldeki kaynaklara uygun kalkınma politikaları izlenmeliydi öyle de yapıldı. Dördüncü neslin bazı mensuplarının (2000-2025) şimdi oturup da eleştirmeye kalktığı, özellikle 1925-1950 arası izlenen ekonomik politikalara bakılırsa onların eldeki yetersiz insan kaynakları, olmayan mali kaynaklar, son derecede yetersiz fiziki tesis ve altyapı kaynakları, adeta ortada olmayan bilgi ve know-how kaynakları, sıfır stratejik ilişkiler ve iş birliği kaynakları ile yapılabilecek politikalar oldukları görülür. Yani, kurucuların sanki fazla bir tercihleri varmış gibi seçtikleri ekonomik ve kurumsal fabrika ayarlarını yüz sene sonra oturup eleştirenler pek de doğru bir iş yapmıyorlar 2. 

Hani derler ya “Değişmeyen tek şey değişimdir” diye. İşte öyle bir şey. Önümüzdeki yıllarda teknoloji, iletişim, üretim, insan ilişkileri, kültür ve öğeleri, iklim, bitki örtüsü, hava, su hepsi değişecek. İmalat, seyahat, bankacılık gibi birçok sektörde bazı meslekler ortadan kalkacak. Robotik, siber güvenlik, oyun geliştiriciliği, dijital pazarlama, AΙ (artificial intelligence) mühendisliği gibi bazılarının adını telaffuzda zorluk çektiğimiz, ne içerdiği konusunda çoğumuzun hiçbir bilgimizin olmadığı bazı yeni meslekler ortaya çıkacak. 

Bu şartlar altında beşinci (2025-2050) Cumhuriyet nesline zor bir görev düşüyor. En moderni 19. YY’dan kalma eğitim sistemleriyle yetiştirdiğimiz insan kaynakları, fahiş pahalı borçlanmayla yarattığımız mali kaynaklar, yarım yamalak ithale dayalı fiziki tesis ve altyapı kaynakları, bilinçsiz aktardığımız yetersiz bilgi ve know-how kaynakları, siyasi düşüncelerle bile akla uymayan stratejik ilişkiler ve iş birliği kaynakları ile bu değişikliği göğüslememiz çok zor olur. Birilerinin rönesans ve endüstri devrimlerini ıskalayan ülkemizde önümüzdeki yüz yılda olacakları ıskalamamamız için oturup slogan atmak, ona buna şirin gözükmek, eşin dostun sırtını sıvazlamak ve cebini doldurmak, ülkemizin zaten yetersiz olan mevcut kaynaklarını nasıl önümüzdeki koşullara yeterli hale getireceğimizi planlaması gerekecek. Bu konuda Türkiye, bugün yapılanın aksine, gelecek kadroları eğitmek için detaylı plan ve yüklü kaynak ayırmak zorundadır. 

1 - Osman Ata Ataç, Karmaşa ve Bir Düzen: Türkiye Cumhuriyeti, İş Bankası yayınları, 2018

2 - Meriç Köyatası, Daron Acemoglu ve Nobel Üzerine Ya İktisat Tarihi Bilmiyorlar Ya Da…., https://12punto.com.tr/yazarlar/meric-koyatasi/daron-acemoglu-ve-nobel-uzerine-ya-iktisat-tarihi-bilmiyorlar-ya-da-56238 [Type here]

Tüm yazılarını göster