Tabloda, Arjantin, Kore ve Türkiye’nin kişi başı gelir düzeylerinin ABD’nin kişi başı gelir düzeyine oranları yer alıyor. Arjantin’in hali içler acısı. 1980’e oranla müthiş bir düşüş var. “Makul bir ekonomi programı uygulamaya başlamazsak, Türkiye’nin Arjantin gibi olmak tehlikesi var” saptamasının arkasındaki nedeni gayet güzel özetliyor. Büyük bir refah kaybı yaşamış Arjantin son elli yılda. Buna karşılık, Kore müthiş bir iş yapmış. IMF’nin ülke sınıflamasında Kore artık ‘gelişmiş’ grubunda. Sabah boş yere ‘yükselen ve gelişmekte olan ülkeler grubunda’ arayıp durdum. Dikkatinizi çekerim; Kore 1980’de Türkiye’nin gerisinde. Hem de bayağı gerisinde. Sonra bizi geçiyor. Türkiye de fena iş çıkarmamış ama hala ABD ile arasında büyük bir gelir farkı var.
İktisat dördüncü sınıf öğrencilerine verdiğim seçmeli bir ders var: ‘Türkiye Ekonomisinden Güncel Konular’. Dersin önemli bir kısmında bu olgunun arkasındaki nedenleri deşmeye çalışıyorum. Yatırım ve tasarruf oranı, yatırımların hangi alanlara yapıldığı, nüfusun eğitim düzeyi, eğitimin kalitesi, verimlilik düzeyi ve benzeri olası nedenlerin incelenmesinden sonuçta iş dönüp dolaşıp kurumsal yapıya geliyor. Ancak ‘kurumsal yapı’ kavramı öğrenci açısından soyut kalabiliyor.
Bazı durumlarda bu handikabı aşmak kolay. Mesela, merkez bankasının ya da finans sistemini düzenleyen ve denetleyen kurumların kurumsal yapılarının önemini tartışmak daha kolay. Sonuçta Türkiye bu açıdan bir laboratuvar. Hızlı kredi genişlemesinin ya da TCMB’ye para bastırılarak bütçe harcamalarının finanse edilmesinin nasıl enflasyonu sıçrattığını, çoğu zaman da ekonomiyi krize sokan tetikleyici bir unsur olduğunu rahatlıkla göstermek mümkün oluyor. Sonraki aşamada iş, bu tür politikaların nasıl bir kurumsal yapıyla önlenebileceğini ve o uygulamalara izin veren kurumsal yapının, önleyici yapıdan ne ölçüde uzak olduğunu tartışmaya kalıyor.
Oysa kurumsal yapının nasıl şekillendiğinin çok daha önemli olduğu bir alan var: Hukuk. Sonuçta, merkez bankasının ya da finans sisteminden sorumlu kurumun yapısı daha çok istikrar ile ilgili. İstikrar, elbette, ekonomide atılım yapmak için olmazsa olmaz şart. Ama hukuk sisteminiz düzgün değilse, ekonomide istikrar olsa da zengin ülkelerle aranızdaki gelir farkını azaltmak için atılım yapmanız mümkün olmaz. Hukuksal yapının önemini tartışmak bazen öğrenci açısından soyut kalabiliyor. Daha doğrusu; kalabiliyordu. Muhtemelen bundan sonra daha kolay olacak. İki yüksek mahkeme arasında olan bitene bakın. Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi üyelerine suç duyurusunda bulunduğu ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uyulmadığı bir ülkede, bu hukuksal yapı ile ekonomik gelişmişlik düzeyinin ne ölçüde artırılabilir olduğunu tartışmak artık daha kolay olacak.