Türkiye’deki seçimlerin sonuçları ülke içinde ve dışında huzursuzca beklendi. Bazı ülkeler belli bir sonucu tercih etseler dahi, diplomatik nezaket tercihlerini açıkça ifade etmelerine izin vermiyor. Artık sonuçlar kesinleşmiş durumda. Dini yönelişli AKP ve aşırı miliyetçi MHP ülkeyi beş yıl daha yönetecek. Duyguları ne olursa olsun, ülke dışındaki aktörler fırtınalı günlerin sona ermesinden
memnun. Eğer gelişmeler beklenen yönde ilerlerse, Türk dış siyasetini tamamen Sayın Erdoğan yönetecek.
Dışişleri bakanının kim olacağı göründüğü kadar önemli olmayabilir
Seçim sonrası bir diplomatın aklına gelen ilk soru, yeni kurulacak hükümetin Türkiye’nin dış siyasetinde ne gibi değişiklikler yapacağıdır. Soruya yanıt ararken, akla hemen kimin yeni dışişleri bakanı olacağı geliyor. Bu satırlar yazılırken henüz kimin bakan olacağı açıklanmamıştı ancak sizler okurken muhtemelen bir bakan görevlendirilmiş olacaktır. Güçlü bazı rivayetlere göre Dışişleri Bakanlığına Cumhurbaşkanı başdanışmanı İbrahim Kalın atanacaktır. Bazı gözlemcilere göre ise, parlamentoya seçilen eski bakan milletvekilliğinden istifa ederek bakanlık görevine geri dönecektir. Bazı başka isimlerden de söz ediliyor. Kanaatimce bir sonraki Dışişleri bakanının kim olacağı ilk bakışta göründüğü kadar önemli bir olay da olmayabilir çünkü Cumhurbaşkanımız dış siyaseti tamamen kendi güdümünde muhafaza etmek istemektedir. Dolayısıyla, bakanın siyaseti belirlemesi değil, iyi uygulaması önem arz etmektedir.
İkinci soru dış siyasetin hangi boyutunun ne oranda değişip değişmeyeceğidir. Tahlilimize hükümetin zaten bir süredir Ortadoğu siyasetinde değişiklik yapmaya yöneldiğini hatırlayarak başlayabiliriz. Örneğin Mısır’la ilişkilerin düzeltilmesi istenmiş fakat Mısır pek heveskar gözükmemişti. Ancak Erdoğan’ın göreve devam edeceği kesinleşince, Mısır Başkanı bir tebrik telefonu açmakla kalmamış, iki başkan kısa süre içinde karşılıklı büyükelçi atamak konusunda anlaşmışlardır. Benzer bir şekilde, Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerde devam etmesi beklenen bir ısınma başlamıştır. Hatta, Sayın Erdoğan bu ülkelerin Türk bankalarına döviz yatırdıklarına dair muğlak beyanlarda bulunmuş ve bu jestlerin devam edeceğini söylemiştir. Bazı gözlemciler, yapılan bu jestlere karşılık bu ülkelere neler vaat edildiğini merak ediyorlar.
Seçimlerden kısa bir süre önce Türkiye ve İsrail uzun süredir boş bulunan büyükelçiliklere karşılıklı atamalar yapmışlardı. Her ne kadar Türk hükümeti İsrail’in Filistinli nüfusa uyguladığı muamele karşısında homurdanmakta ise de, ilişkilerin iyileşmeye devam etmesi beklenmektedir. Geçmişte, ABD’deki İsrail lobisi, Türkiye’nin lobi faaliyetleri yetersiz ve başarısız olduğunda yardıma koşmuştu. Türkiye kendisine yeniden aynı türden destek verilmesinden memnuniyet duyacaktır. Ancak, böyle bir desteğin verilmesi için Türk dış siyasetinin çok daha istikrarlı ve tahmin edilebilir bir nitelik kazanması gerekmektedir.
Suriye ile ilişkileri düzeltme gayretleri yoğunlaşacak
Bölge ile ilgili son olarak, hükümet seçim sırasında Suriyeli mültecilerin ülkelerine geri gönderilmesi baskılarını hissettiğinden, Suriye ile ilişkilerini düzeltme gayretlerini yoğunlaştıracağı söylenebilir. Suriyeliler ise önce Türk askerinin topraklarından çıkmasını istiyor. Müzakereleri kolaylaştırıcı rolü üstlenen Rusya ve İran belki Suriye’yi bu konudaki ısrarından vazgeçirebilirler. Buna karşılık Türkiye, Suriye’nin boşaltılacak bölgelerin Kürtler tarafından Türkiye’ye karşı terör eylemleri için kullanılmaması müsaade etmemesi üzerinde ısrar edecektir. İlişkinin yavaş ama tahmin edilen yönde ilerlemesi beklenebilir.
İsveç’in NATO üyeliği temmuzdaki NATO zirvesine yetişecek mi?
Başkan Biden da tebrik vesilesiyle Sayın Erdoğan ile telefonda görüşmüştür. Anlaşıldığı kadarıyla, görüşmeden bilistifade, Erdoğan Türkiye’nin ABD Başkanının ülkemize F-16 uçakları satışını onaylamasını beklediğini ifade ederken, Biden da satışın ABD Kongresince desteklenmesinin Türk parlamentosunun İsveç’in NATO’ya girmesini onaylaması sonucunda kolaylaşacağına işaret etmiştir. Tekrar görüşmek üzerinde anlaşmışlardır. Önemli husus, Erdoğan’ın İsveç’in NATO’ya üyelik başvurusunu Meclis’te temmuzdaki NATO Vilnius zirvesi öncesi mi onaylatacağı, yoksa bir sonraki zirveye mi bırakacağıdır. Konunun önümüzdeki günlerde Meclis’e gelirse şaşırmamalıyız.
Sayın Erdoğan Türkiye’nin AB’ye üyelik hedefinden vazgeçmediği konusunda ısrar etse de, kısa vadede, Suriye ve diğer ülkelerden gelen göçmenlerin Avrupa’ya akışını engellemek karşılığında Türk vatandaşları için vize kolaylıkları ve Gümrük Birliği koşullarında iyileştirme isteyecektir. AB’nin Türkiye ile işbirliği çerçevesini korumak ve sorunlu ilişkilere yönelmemek için bazı ödünler verme mecburiyeti hissetmesi mümkündür.
Son olarak da, Türkiye’nin Rusya ile dostane ama ikircikli ilişkilerini sürdürmesi beklenmelidir.
Anlattıklarım Türk dış siyasetinde büyük değişikliklere gidileceği izlenimi yaratıyor mu? Pek zannetmiyorum. Türkiye değişik ülkeler ve uluslararası kuruluşlarla bazen kafa karıştıran ilişkilerini sürdürecek fakat tüm ilişkilerine perakendeci bir yaklaşım hakim olacaktır.