ABD başkanlarından Harry Truman’ın çok ünlü bir sözüdür. “Eğer komşun işini kaybetmişse bu bir resesyondur. Eğer sen kaybetmişsen o zaman depresyondur.” Her ne kadar gayri safi yurtiçi hasıla rakamları başka bir ekonomik duruma işaret etse de en son açıklanan resmi rakamlara göre Türkiye’de şu anda en az 4 milyon 236 bin kişi depresyonu yaşıyor.
Türkiye ekonomisi uzun süreli bir krizin son aşamasında bulunuyor. Ne kadar süreceği belli olmayan bu aşamanın semptomu inatçı ve yüksek işsizliktir. Finansal istikrarsızlık ve düşük büyüme aşamaları kadar ateşin yüksek seyrettiği dönem olmasa da en sancılı ve vücuda en fazla zarar veren dönemdir.
İşsizlik şubatta yüzde 13.4’tü. Önceki aylarda daha yüksek düzeyleri görmüş olsak da bu oran oldukça yüksektir. Resmi tanıma göre işsiz, bir referans dönemi içinde istihdam halinde olmayan kişilerden iş aramak için son 4 hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve 15 gün içinde işbaşı yapabilecek durumda olan kişidir. Dolayısıyla iş bulma ümidini kaybettiği için pes edip bu kanallara başvurmayan ancak bir iş olsa işbaşı yapmaya hazır olanları, ya da sosyal yardımlar nedeniyle iş aramayı bırakanları kapsamaz. Aslında sürekli bir iş olsa hemen çalışacak mevsimlik işçileri, ev kadınlarını da içermez. Dolayısıyla toplumda hissedilen asıl işsizlik oranı yüzde 13.4’ün çok üzerindedir.
Daha dramatik olan ise gençlerin işsizliği daha fazla hissetmeleridir. İşsizlik 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta yüzde 26.9. Ne bir istihdamda ne de bir eğitimde olan gençlerin oranı ise çok daha yüksek. İşgücü ise istihdamda olanlar ile işsizlerin toplamıdır. Dolayısıyla birçok kişi işe ihtiyacı olduğu halde işgücünde görünmüyor; nüfus arttığı halde işgücü artmamış ya da azalmış görünüyor ve böylece işsiz sayısının işgücüne oranı olan işsizlik oranı resmi kayıtlarda daha düşük görünüyor.
İşsizlik sorunu ekonominin değil ülkenin önde gelen birkaç ana sorunundan biridir. İşsizlik, özellikle gençlerin işsizliği ekonomik olmanın ötesinde sosyal bir problemdir. Bu nedenle üçüncü aşama aslında ekonomik krizin sosyal krize dönüştüğü aşamadır. Genç nüfusun daha fazla istihdam edilebildiği turizm, yeme-içme gibi sektörleri daha çok olumsuz etkilediği için koronavirüs bu hastalığı daha da ağırlaştırdı. Sorunun tek çözümü büyümeye değil istihdam yaratan bir büyümeye geçişi hedefl eyen, ülkenin büyüme potansiyelini artıracak plan ve aksiyonları acilen devreye sokmaktır. Hedefl enen büyüme “sürdürülebilir” olmalıdır. İki ileri bir geri değil, en az 5 yıl ve üzeri ve en az potansiyel büyüme oranımız olan yüzde 4-5’ler civarında büyüdüğümüz, bunu yaparken de fiyat istikrarını koruduğumuz bir dönem olmalıdır.