Zor bir yılı geride bırakıyoruz. Ticaret savaşları ile başlayan ve tedarik zincirlerini etkileyen olumsuzluklar, küresel salgın ile birlikte maalesef son 10 yılın en üst düzeyine ulaştı. İlk etapta bir talep krizi olarak öne çıkan küresel salgın daha sonra tedarik ve üretim krizi olarak karşımıza çıkar hale geldi. Bu da maalesef parasallaşma ile birlikte enflasyonun tüm dünyada yükselişine neden oldu. Bu noktada, ülkelerin küresel salgın öncesine dönmelerinin çok kolay olamayacağı anlaşılıyor. Bu da bizi ülkelerin küresel değer zincirinden yararlanarak büyümek zorunda kalacağı sonucuna götürüyor.
Bu konular tedarik zinciri dünyasında tartışılırken Dünya Bankası, küresel ekonomik yapının temel bir parçası haline gelen Küresel Değer Zincirlerinin (KDZ) Türkiye’nin büyümesine etkisini değerlendirmek üzere, Mart 2022’de “Türkiye'de Büyüme için Küresel Değer Zincirlerinden Yararlanmak” başlıklı bir rapor hazırladı. Biz de bu konuyu Türkiye Sanayi Ve İş Adamları Derneği (TUSİAD) Küresel Tedarik Zincirleri Alt Çalışma Grubunun bir etkinliğinde hem Dünya Bankası yetkilileri hem de TUSİAD temsilcileri ile birlikte bir değerlendirdik. Çalışmanın tüm detayına ve rapora Dünya Bankası’nın internet sitesinden (www.worldbank.org/tr) erişmek mümkün.
“Küresel değer zincirleri” kavramı nedir?
“Küresel değer zincirleri”, ekonominin küreselleşmesi ile ortaya çıkan bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Küreselleşme ile birlikte, şirketlerin en ucuz maliyet ile üretme amacı yapısal olarak bir değişime uğruyor. Sonuçta sınır ötesi üretime dayalı yeni bir uluslararası üretim organizasyonu modelini ortaya çıkaran Küresel değer zincirleri, küresel ekonomik yapının temel bir parçası haline geliyor ve ülkelerin dış talebe erişim sağlamaları ve işletmeler arası verimlilik artışları yoluyla gelişmelerine yönelik fırsatlar sunuyor. İşte ülkelerin ilgisini çeken kısım da bu.
Çalışma; gerçekleştirilen ekonomik reformların doğrudan yabancı yatırımların (DYY) yolunu açması, küresel değer zincirlerinin (KDZ) genişlemesi ve verimliliğin artması ile birlikte Türkiye’nin 2000’li yıllarda olağanüstü bir büyüme performansı gerçekleştirdiğine işaret ediyor.
2001 ile 2017 yılları arasında, ülkede kişi başına düşen gelirin reel bazda iki katına, cari dolar bazında ise üç katına çıktığına ve 2000’li yılların başlarında alt orta gelirli (AOG) ülke sınıfında iken, 2014 itibariyle neredeyse üst gelirli ülke statüsüne ulaşacak bir dönüşüm yaşadığına vurgu yapılıyor.
Bu büyüme deneyiminde, artan doğrudan yabancı yatırımların ve ihracatın yanı sıra küresel değer zincirleri ile entegrasyon da kilit bir rol oynadığı ve OECD verilerinin söz konusu dönemde ihracatın sadece artış kaydetmediği, aynı zamanda küresel değer zincirlerinin giderek daha büyük bir parçasını oluşturduğunu gösterdiği vurgulanıyor. Bu bakış açısı ile raporda yer alan temel bulgular kısaca şöyle sıralanabilir:
Küresel değer zinciri içinde yer alarak ve üretime daha fazla katkı sağlayarak dünya dış ticaretinden daha fazla pay almamız gerekiyor. Dünya Bankası’nın çalışmasının ortaya koyduğu en önemli sonuç, küresel değer zincirlerine katılımdaki artışın, ihracattan elde edilen katma değerdeki artışla paralel bir şekilde ilerlemesi gibi duruyor. Bunun anlamı, üretim aşamalarının çeşitlendiği bir dünyada küresel değer zinciri içinde ülke olarak alacağımız her rolün hem üretim hem de ihracatımızı olumlu etkilemesidir. Bu da en önemli ticaret ortağımız olan AB ile olan ilişkilerimizin daha da gelişmesine bağlı. Çünkü dünyada korumacılığın artması (özellikle AB’nin ticari rakipler ile yaşadıkları), tedarik zincirinde yaşanan sorunlar ve AB ile coğrafi avantajımız gibi nedenler ile karşılıklı olarak ekonomik olarak iş birliğinin artmasına neden oluyor. Bu noktada da AB ile en başta gümrük birliğinin güncellenmesi ve karşılıklı sorunların iki eşit taraf olacak şekilde görüşülmeye başlanması gerekiyor.