Geçen hafta BRICS üyesi ülkelerin dış işleri bakanlarının Nijni Novgorod’daki toplantısı ve Türk dış işleri bakanının da toplantıya katılması, toplantıyı vesile ederek Rusya dış işleri bakanı Lavrov ve başkanı Putin gibi Rusya’nın önemli şahsiyetleri ile görüşme fırsatı yarattı. Türkiye’ye yapmayı planladığı seyahatin iptali Türk-Rus ilişkilerinde sorunlar var türünden spekülasyonlara yol açtığından, Putin ile görüşmesi özel önem taşıyordu. Sıcak toplantı ortamı ve dostane sohbet, Putin’in Türk cumhurbaşkanı ile bir sonraki Kazakistan’daki ŞİÖ toplantısında bir araya gelmeyi ümit ettiğine ilişkin beyanı, iki liderin sıcak ilişkilerini devam ettirmeyi arzuladığını gösteriyor.
Toplantının BRICS dış işleri bakanlarının toplantısı olması da kendi başına ilginçtir. Dış işleri bakanı Fidan, Türkiye’nin BRICS’e katılmayı arzulayıp arzulamadığına ilişkin soruya kesin bir cevap vermeyerek, “Biz Türkiye için faydalı olan her şeyle ilgileniriz” mealinde konuşmuş, böylece Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurduğu iktisadi ve siyasi dünya düzen karşısında Türkiye’nin tereddütlü yaklaşımını belirtirken yine de doğrudan meydan okumaktan uzak durmuştur. BRICS ise bu düzenin değişmesini istemektedir.
Konuya önce dünya siyasetinin yönetişiminden başlarsak, karşımıza Birleşmiş Mİlletler ve onun önde gelen karar organı Güvenlik Konseyi çıkmaktadır. Türk cumhurbaşkanı düşüncesini, Konseyde veto gücüne sahip beş ülkeye atıfta bulunarak “Dünya beşten büyüktür,” demek suretiyle berrak biçimde ifade etmiştir. Güvenlik Konseyi’nin günümüzün güç realitelerini yansıtmaktan çok uzak olduğu aşikardır. Almanya, İngiltere, Fransa ve Rusya’dan daha güçlü olmasına rağmen üye değildir. Hindistan ve Brezilya gibi büyük ülkelerin de konseyde daimi koltukları bulunmamaktadır. Ancak, Rusya ve Çin gibi BRICS’in önde gelen üyeleri Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasında olduğundan, küresel yönetişim sistemine karşı küresel iktisat sistemine kıyasla daha az eleştirel bir tavırla yaklaşmaktadırlar.
Küresel iktisadi düzenin ABD’nin çıkarına işlediği konusunda tereddüt yoktur. Örneğin, dünyadaki birçok ülke aralarındaki ticarette ödeme aracı olarak dolar kullanmaktadır. Uluslararası ödeme aracı olarak doların kullanılması, Amerika’ya, paranın Amerikan piyasasına talep olarak dönmeyeceğine güvenerek, piyasaya dolar enjekte etme imkanı sunmaktadır. Böylece Amerika hakkedilmemiş bir satın alma gücü kazanmaktadır. Dolar işlemleri için Amerikan bankalarının kullanılması gerektiğinden, bankalar ayrıca hizmet ücreti almaktadırlar. Daha önemlisi, ABD böylece tüm önemli aktörlerin para hareketlerini izleyebilmektedir ki, bu tedariki zor bir istihbari bilgidir. Bir ülkenin hesabından diğerine para göndermek için yine Amerikan icadı SWIFT kodu kullanılmaktadır ki, bu zorunluluk ABD’ye onaylamadığı para transferlerini yaptırmama imkanı vermektedir. ABD ve diğer Batılı ülkeler, uluslararası rezerv paralarını da hesaplarında tutmakta, ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonucu öğrendiği gibi, bu meblağları denetleme gücüne sahip bulunmaktadırlar. Amerika ve diğer gelişmiş Batı ekonomileri IMF ve Dünya Bankasındaki denetleyici konumları dolayısıyla bu kuruluşların imkanlarından yararlanmak isteyen ülkelere neler yapmaları gerektiğini önerme olanağını da kullanabilmektedirler.
Başta ABD olmak üzere Batı dünyasının uluslararası ekonomideki kontrolünü daha fazla incelemeye herhalde gerek bulunmuyor. BRICS grubunun üyeleri (2006’da Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin, 2010’da Güney Afrika, 2024’te ise Mısır, Etiopya, İran, BAE ve Suudi Arabistan) dünyanın siyasi ve iktisadi yönetişiminden memnun değiller. Ancak bu ülkelerin dünyaya siyaseten ve iktisaden hükmeden ülkelerle ilişkileri birbirinden farklı. Çin ve Rusya, BRICS’i mevcut düzene karşı bir seçenek olarak geliştirmek istiyorlar. Buna karşılık Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler BRICS’i dış ticaretlerini geliştirecek ve dünya yönetişimindeki rollerini güçlendirecek bir araç olarak görmekte, ama mevcut sisteme rakip veya alternatif olmasını istememektedirler. Dolayısıyla, BRICS’in esas amacının büyüyerek Batı’ya meydan okumak olan bir örgüte dönüşmesi hususunda isteksizdirler.
Türkiye’nin BRICS’e ilişkin düşüncelerinin Hindistan ve Brezilya’dan farklı olduğunu sanmıyorum. Türkiye’nin güçlü iktisadi ilişkileri Batı dünyası ile olanlardır. BRICS üyeleri ve ona katılmak isteyen ülkelerle ilişkileri gelişme yolundadır. Diğer durumlarda da olduğu gibi, Türkiye mevcut iktisadi bağlarını korumak isterken, gelişen yeni yapılanmaların da dışında kalmak istememektedir. Bu perakendeci yaklaşım acaba doğru mudur, yoksa uzun dönemde tüm tarafl arı kızdıracak mıdır? Bilinmez ama Hindistan ve Brezilya’nın BRICS üyesi olduğu bir ortamda Türkiye’nin de bu grupla yakın ilişkiler kurmaktan çekinmemesi herhalde doğal karşılanacaktır.