Türkiye Montrö yetkisini nasıl kullanacak?

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri harekatının Türkiye’ye ekonomik etkileri çokça yazıldı, çizildi.

Ancak bir de harekatın, Türkiye’yi uluslararası hukuk açısından sıkıntıya düşürebilecek tarafı var; Montrö Boğazlar Sözleşmesi.

Sözleşme uyarınca, Türkiye’nin boğazlardan gemi geçişleri açısından savaş ve barış durumundaki “karar yetkisi” birbirinden farklı.

Ankara, savaş dönemlerinde Montrö’nün uygulanması konusunda daha geniş egemenlik yetkisine sahip.

Nitekim bu yüzden Ukrayna resmen Ankara’ya ulaşarak, Rus harekatına karşı Boğazlar’ın –özellikle de Çanakkale Boğazı’nın- Rus gemilerinin Karadeniz’e geçişine kapatılmasını istedi.

“SAVAŞ” MI, DEĞİL Mİ?

Ancak belli ki Ankara henüz Ukrayna’nın talebini kabul etme noktasında değil; Dışişleri Bakanlığı’nın Ukrayna’da yaşananlar konusunda yaptığı açıklamada “savaş” kelimesinin kullanılmaması, Ukrayna’da yaşananlar için “Rus askeri operasyonu” denilmesi bunun somut göstergesi.

Türkiye, yaşanmakta olanın resmen “savaş” olup olmadığı konusunda karar vermeden, Montrö’nün “savaş durumunda alınacak önlemler” bölümünü uygulamaya koyamaz. Dolayısıyla da Ukrayna’nın istediği, “Rus gemilerinin Karadeniz’e geçişini engelleyin” isteğini yerine getiremez .

Ukrayna açısından Montrö Sözleşmesi konusunda bir başka “kötü haber” ise, Türkiye yaşanmakta olanın “savaş” olduğuna resmen karar verse bile, sözleşme uyarınca Karadeniz’deki limanlara kayıtlı Rus gemilerinin, bağlı bulundukları yere dönebilmeleri için izin vermek zorunda olması.

Peki Türkiye Ukrayna’nın talebine hangi şartlarda “evet” deyip, Boğazları Rus gemilerine kapatabilir? Sadece kendisi de resmen savaşın tarafı olursa. Türkiye’nin taraf olduğu bir savaş halinde, Montrö Sözleşmesi Boğazlar Rejimi’nin tüm karar yetkisini Türk hükümetine bırakıyor.

RUSYA ŞİMDİDEN BASTIRIYOR

Türkiye’nin boğazlar üzerindeki kilit rolü nedeniyle Rusya’nın da harekete geçtiğini söylemek mümkün. Moskova, dolaylı yollardan Ankara’ya “mesaj göndermeye” başladı bile.

Mesela Rusya Enerji Bakanlığı’nın yaptığı, “Türkiye’ye gaz teminatında Ukrayna’daki durum nedeniyle bir sorun söz konusu değil, ancak fiyatlarda artış olabilir” açıklaması önemli; Ekonomik krizle boğuşmakta olan Ankara’ya, aba altından sopa göstermenin diplomatik yolu adeta.

Henüz bir belirti yok ancak, Ankara’yı sıkıştırmak için Moskova’nın Suriye’de, özellikle de İdlib’de bir hareketlenme yaratması da mümkün.

RUS “OPERASYONU” NEREYE GİDER?

Tüm dünyanın dehşetle izlediği, Rusya’nın Ukrayna’daki operasyonunun nereye kadar gidebileceği ise harekatın gidişatında ve Rus Lider Putin’in açıklamalarında gizli.

Rusya, sadece Donbass bölgesinin değil, tüm Ukrayna’nın kontrolünü ele geçirmek için dört koldan harekat düzenliyor. Mesela dünyanın 1980’li yıllarda nükleer santraldeki kaza ile adını öğrendiği Çernobil kenti, Rus harekatı için kilit önemdeki yerlerden biri; Rus kuvvetlerinin Belarus’tan Ukrayna’nın Başkenti Kiev’e ulaşması için en kısa yol üzerinde yer alıyor Çernobil. Nitekim Rus ve Ukrayna ordusu arasındaki en şiddetli çatışmaların da Çernobil üzerinde yaşandığı bilgileri geliyor.

Rus harekatının diğer kollarını ise Ukrayna’nın doğusunda yer alan ikinci büyük kenti Harkov üzerine füze saldırıları ile kurulan baskı ile, Kırım’daki Rus deniz gücü ile Ukrayna’nın kilit önemdeki liman kenti Odesa’ya yönelik deniz saldırısı oluşturuyor.

PUTİN NEYİ AMAÇLIYOR?

Rus lider Putin’in saldırıyı “nerede bitireceği” ise, Ukrayna’ya yönelik operasyonun başlamasından hemen sonra yaptığı açıklamada gizli; Putin, operasyonun ancak “Ukrayna’nın silahsızlandırıldığı ve Nazisizleştirildiği” noktada biteceğini söyledi.

Buradaki “nazisizleştirme” ifadesi kritik önemde; Çünkü bu siyasi ifadenin içine dilediğiniz her şeyi yerleştirmeniz mümkün.

Peki Ukrayna’da Putin’in sözünü ettiği “naziler” kim, güçleri ne kadar?

Bunun için Ukrayna’da 2004-2005 döneminde yaşanan ve “Turuncu devrim” diye adlandırılan halk ayaklanmasına bakmak gerekiyor. Ayaklanma, Rus yanlısı Ukraynalı politikacı Yanukoviç’in seçimlere hile karıştırıp, kendisini Cumhurbaşkanı ilan etmesi üzerine çıkmıştı. Ayaklanma sonrasında seçimler tekrar edilmiş ve Batı yanlısı muhalefet lideri Yuşçenko Cumhurbaşkanı seçilmişti. Belli ki Putin, Moskova adına bu “yenilgiyi” unutmamış.

O dönemde silahsız ve sivil protestolara katılanlar arasında aşırı milliyetçiler de vardı. Sonrasında aşırı milliyetçi hareket organize olup, hem silahlı bir milis gücü kurdu, hem de partileşti. Ancak 45 milyon nüfuslu Ukrayna’da bu hareketin desteği marjinal olarak kaldı. Bunun göstergesi ise, amblem olarak Nazi sembollerini kullanan Azov Birliği adlı misil gücünün ve onun siyasi partisi konumundaki “Özgürlük Partisi”nin Ukrayna seçimlerinde aldıkları oy; Parti, parlamentoya sadece tek bir milletvekili sokabildi.

Ancak Putin, Rusya karşıtı bu aşırı milliyetçi grupları “bahane” ederek, Ukrayna’da Moskova’ya yakın bir yönetim kuruncaya kadar durmayacak gibi görünüyor.

YAPTIRIMLARIN ETKİSİ OLUR MU?

Batı ülkelerinin art arda açıkladıkları Rusya’ya yaptırım kararlarının ise Putin’in kararlılığını etkilemiş görünmüyor. Ukrayna’daki Rus askeri operasyonu çok hızlı ilerliyor. Eğer operasyon bu hızla devam ederse, Başkent Kiev’in de kısa zaman içinde Rus kontrolüne girme ihtimali büyük.

Nitekim Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’in bu konudaki yorumu da yaptırımların Putin’in kararını etkilemeyeceği yönünde; Rusya’ya yönelik Ukrayna krizi öncesinde koyulmuş Batı yaptırımlarının “Rus üreticilerin ithalata bağımlılıklarını azaltmasına yardımcı olduğuna” dikkat çeken Aliyev, “Yeni yaptırımlar Rus ekonomisine elbette darbe indirecektir. Ancak Putin’in harekat kararını verirken muhtemelen bunu da hesaba kattığını düşünüyorum” dedi. Aliyev’in, harekattan sadece bir gün önce Putin’le yüzyüze görüşme yapmış olduğu da düşünüldüğünde, yorumunun önemi de ortaya çıkıyor. 

Tüm yazılarını göster