Sonda söyleceğimi başta söyleyeyim; bence gitmez, herşeyden önce siyaseten gitmez. Yıllarca IMF ile kredi ilişkisini kestiği için övünen bir yönetim bu yola kolay girmez. Soruyu “Türkiye IMF’ye gitmeli mi?” diye sorsaydık yanıt farklı olur muydu? Yanıt döviz açığında saklı. IMF’ye gitmeden açık finanse edilebilir mi? IMF’yi bilen, perde arkasına tanık olmuş eski bir bürokrat arkadaşım ile sohbet ettik, telefonda tabii ki, sosyal mesafeyi koruyarak. Bu yıl 105.6 milyarı kısa vade olmak üzere 172 milyar dolarlık ödeme olduğuna dikkat çekerek “Bunlara nasıl finansman bulunacak?” diye sordu. Hesabına göre iyimser tahminle 21.5 milyar, kötümser tahminle 40 milyar dolar açık çıkıyor. İyimser varsayımda bankaların DTH’ları rahat çevireceğini, kısa vade ticari kredileri yüzde 100 döndüreceğini varsaymış. Uzun vadelilerde ise bankalar vadesi gelen her 100 doların 90’ını, şirketler 80’ini yeniden borçlanacaklar. Kamu ise yüzde 110 gibi bir oranla borçlanacak. Portföy yatırımlarının 7 milyar azaldığı varsayımıyla döviz açığı verilmemesi için 8.5 milyar dolar cari fazla gerekiyor ki; onun iyimser tahmini 13 milyar açık. Kötümser senaryoda ise borç çevirme oranları daha düşük varsayılıyor; 17 milyar cari açık veriliyor.
Döviz açığını belirleyecek birkaç faktör var. Birincisi dış borç çevirme kabiliyeti. Bunun için küresel koşullar kadar Türkiye’ye özel koşullar belirleyici olacak. Krizler söylentilerin ayyuka çıktığı dönemlerdir. Bu nedenle sermayeyi ürkütecek uygulama ve söylemlerden kaçınmak gerekir. Hem borçlanabilme hem de duran portföy yatırımlarının canlanması buna bağlı. Krizde varlık fiyatları düşer ve servetler erir. Bu aynı zamanda ucuzlayan varlıkların çekiciliğini artırır; krizden çıkışa yardımcı olur; yabancı sermaye için davetkar unsurdur. İkinci faktör ise cari işlemlerdir. Ben arkadaşıma göre daha iyimserim. Böylesi dönemlerde ithalattaki çöküş, ihracattaki miktar daralmadan daha yüksektir. Dolayısıyla 10 milyar öngörülen açık daha düşük olabilir, hatta zayıf petrol fiyatlarıyla fazla bile verilebilir. Üçüncüsü, dövizde girişinin zayıf ve çıkışın yüksek olduğu dönemlerdeki arz-talep dengesizliğidir. TL’yi zayıflatıp, dengeleri bozabilir. İlacı güçlü merkez bankası rezervidir. Bunun için krizsiz zamanlarda rezervlere ihtimamla yaklaşmak; kısa vadeli borç servisini karşılayacak kadar rezerv tutmak gerekir.
Bugüne kadar 19 anlaşma imzaladık; sadece 2’sini tamamlayabildik. Arkadaşım “Sonuçlarının, toplumun hangi kesimlerini, nasıl etkilediğini yaşayarak izledim. IMF’siz çözümlerin her zaman akılcı olduğunu bilirim. Ama…” diyor. Unutmayalım, 2001’deki stand-by sancılıydı, herkesin canını yaktı fakat güçlü bir programdı. Altına imza atan 3 partiyi ilk seçimde meclis dışında bıraktı ama ekonomiyi yıllarca taşıdı. Türkiye gelişmelere bağlı olarak krizi IMF’siz atlatabilir, atlatacaktır da. Fakat zorlandığında ortağı olduğumuz IMF’ye başvurmayı ve ucuz imkanlarından yararlanmayı ideolojik bir sorun olarak görmemeli. IMF sadece para vermiyor, aynı zamanda yatırımcılar için güçlü bir çıpa oluyor.